Bir hafta bir yazar: İbrahim DOĞANYİĞİT

Mütebessim çehresi ve radyofonik sesi ile hemen ilgi uyandıran bir kişilik. Öğrencilerine edebiyat aşkını aşılayan bir öğretmen.  Kitlesel törenlerde kadife sesi ile herkesi etkileyen bir hatip. Tiyatroda sahnelenecek eserleri veren coşkulu bir senarist. Edebiyat Defteri'ni her daim canlı tutan bir televizyon programcısı.

İbrahim Hocam önce sizleri kısaca tanıyabilir miyiz?

Bendeniz, İbrahim Doğanyiğit. Elli dört yaşındayım. Kayseri iline bağlı Felahiye İlçesi, Darılı köyündenim. İlkokulu köyümde tamamladıktan sonra, ortaokul ve liseyi Kayseri de Fevzi Çakmak Lisesi’nde okudum. Üniversite ve yüksek lisansımı Erciyes Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde ikmal ettim. 34 yıl değişik okullarda Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği yaptım hâlâ öğretmenlik yapıyorum. Evli ve iki çocuk babasıyım.

Hocam yazma serüveniniz nasıl başladı. Yazma isteği ve yeteneğinin oluşmasında kimlerin katkı ve yönlendirmesi oldu?

Küçük yaşlardan beri yazmak bir tutku halinde gelişti diyebilirim. Bir şeyler yazıyordum ama bu bilinçsiz bir çabaydı. Bendeki en yoğun gelişme fakültede saygı değer hocam İnci ENGİNÜN’ün dersimize girmesi oldu. İnci Hanım özellikle yazma konusunda çok hassastı. Ders harici, özel olarak da yazmaya çabalayanlarla  ilgilenir, bizleri yönlendirirdi.

Yazma tutkusu olan, yazar olma hayalleri taşıyan her yaştaki insanlara neler tavsiye edersiniz?

Saçma sapan şeyler de olsa yazdıkları her gün kendilerine yazma zamanı belirleyip taviz vermeden yazsınlar. Sonrasında yazdıkları için bir demlenme süresi belirlesinler, yani ürünleri biraz bekletsinler. Sonra da acımasız bir eleştirmen tavrıyla yazdıklarını eleştirsinler. Ali Fuat Başgil Hoca’nın tabiriyle o eleştiriler sırasında dikkate değer bir tek cümle bile ortaya çıksa , o yazı dikkate değerdir.

İbrahim Hocam kitaplarınızın veya eserlerinizin isimlerini öğrenebilir miyiz?

Ben, daha çok tiyatro oyunları kaleme alıyorum. İlk kitabımı çıkarmaya karar verdiğim sıralar yayına hazır iki eserim mevcuttu. Birisi üç tiyatronun birleşimi, diğeri ise bir diksiyon kitabı… Hangisini seçelim diye editörüme sordum. Verdiği cevap enteresandı. ”Nasıl tanınmak isterseniz o eseri seçin. Teorisyen olarak tanınmak istiyorsanız diksiyon kitabını tercih etmelisiniz ama yazar olarak tanınacaksanız seçmeniz gereken eser diğeridir. Ben de “Toplu Oyunlar” adı ile üç piyesin bulunduğu kitabı seçtim. Bir diksiyon kitabı yine üç eserden oluşan bir tiyatro kitabı, bir de hikaye kitabı var sırada… İnşaallah uygun bir zamanda bunları da okuyucu ile buluştururuz.

Yazarlık serüveniniz de unutamadığınız bir hatıranızı paylaşabilir misiniz?

Aynı zamanda ilkokul öğretmenim de olan babam anneler gününde kendisinden para alınarak anneye verilen hediyenin gerçek bir hediye olmadığını söylerdi her zaman. Bu fikrin yansıması olarak ben de anneme hediye alabilmek için ırgatlığa gidip akşama kadar bağ bahçe bellediğimi hatırlıyorum. Fakat annem, kendisine verdiğim en anlamlı hediyenin kendi hazırladığım bir kitap olduğunu söyler. İlk okul dördüncü sınıftayken kendi yazdığım basit bir hikayeyi kağıda aktarmış, çizimlerle süslemiş, büküm yerinden dikerek bir tür cilt oluşturmuş bir halde anneme hediye etmiştim. Annem çok duygulanmış hikayeyi okuduktan sonra onu çok beğendiğini ifade etmişti. Son söz olarak da ”İnşaallah yazdığın bir kitabı da bana hediye ettiğini görürüm.” demişti.

Yıllar sonra, basılan kitabımı anneme hediye ettiğimde yaşadığımız yoğun duyguları anlatmakta zorluk çekiyorum inanın…  

İbrahim Hocam vakit ayırdığınız için teşekkür ederim. 

Röportaj: Mustafa Balaban


 

Bakmadan Geçme