Mustafa URHAN

Kaçıncı Katta Oturuyorsunuz?

Mustafa URHAN

Geçmiş zaman işte. Temmuz ağustos ayları. Babamın Renault 12 Station arabasıyla İskenderun Lisesine yazılmak için gidiyoruz. Yanımıza okula yazılmam için torpil olsun diye  ortaokuldan Türkçe öğretmenim ve köyümüzün en güzel hediyeleri bir sepet incir ve üzüm. İskenderun'da gözüme ilk çarpan sekiz, on katlı binalar oldu.

Gayri ihtiyari  "İnsanlar sekizinci katta oturmaya korkmuyorlar mı?” acaba diye kendi kendimle konuşuyorum.

" Niye korksunlar ki."

"Çok yüksekteler ya onun için." 

“Hayır, hayır onlar orada oturmaya alışıyorlar, korkmazlar.” dedim sonra sanki.

Sözü uzatmayayım.  İskenderun'da   liseye yazılma işimi bitirdik, köyümüze döndük. Yıllar geçti fakat aklımdan hiç çıkmadı bu sekizinci katta oturma düşüncesi.

O günkü çocuk aklımla şunları söylediğimi hatırlıyorum arkadaşıma:

Bizim buralarda ikinci katı olan bir ev bile yok. İskenderun'da yüzlerce sekiz on katlı ev var. Ben de bir gün zengin olursam sekizinci katta oturacağım. Alışabilir miyim bilmiyorum. Ancak insanların karınca gibi küçük göründüğü, sekizinci kattaki bir dairede oturmayı çok istiyorum. Kim bilir oradan hayat nasıl görünür? Ayrıcalıklı bir hayat olsa gerek bu. Hem asansörle çıkılır böyle evlere. Herkese ben sekizinci katta oturuyorum diye hava bile atabilirim.

“Yağmurun sesini nasıl duyacaksın? Sekizinci kattan yağmurun ne kokusu gelir ne de sesi.” demişti arkadaşım bana.

“İnsan alışır işte sekizinci katta oturmaya. Oraya yağmurun sesi de kokusu da başka türlü gelir.” diye cevap verdiğimi hatırlıyorum.

Hayatın sizi terk edip gittiği oldu mu? Bende oldu. İnanın ne yapacağımı bilemediğim zamanlardır o zamanlar. İçi bomboş birine dönüşüveriyorum aniden. Ne yapsam bu boşluk dolmuyor. O zamanlar kitap okumaya ara verdiğimi fark ediyorum. Tanıdığım biri vardı. “Kitap okumaya uzun süre ara verdiğimde işe macera kitaplarıyla başlıyorum çünkü bu beni tekrar iyi kitapları okumaya alıştırıyor.” demişti. Bende ise macera romanlarıyla olmuyor bu. Ama mesela Post Öykü dergisinden veya Hece Öykü dergisinden bir hikâye okumakla muhakkak oluyor.

Bazen kıskançlık krizlerine sokan hikâyelerle de karşılaşıyorum. Yazar bu hikâyeyi bu kadar derinlikli nasıl düşündü, bu ruh ve düşünce zenginliğine de pes doğrusu, bunu ben hiçbir zaman düşünemezdim diyorum.

Ancak öyle zevkli hikâyeler ki okur okumaz zenginleşiyorsunuz. Bazen bir delinin hikâyesi, bazen kıskanç bir kızın hikâyesi, bazen de yalnızlığın en koyusunu yaşayan kimselerin hikâyeleri birden içinizde, etrafınızda dolaşıveriyor.

Bana ölmek korkutucu gelmiyor ama kabirde o kadar vakit kitap okumadan zaman nasıl geçecek? Bir de insanlar kitap okumadan nasıl yaşıyorlar anlamıyorum. Ne basit bir hayattır yaşadıkları kim bilir? Ayrıca ne hoş ne farklı hikâyeler var kitaplarda. Ben maçlardan, alışveriş merkezlerinde nelerin indirime girdiğinden bahseden adamların sohbetini sevmiyorum. Ayrıca kahvehanelerde ne olduğunu bir türlü çözemediğim o kâğıt oyunları oynayıp da keyiften bol kahkahalar atıp küfürlü konuşanları da anlamıyorum. Acaba bunlar kitapların o farklı ve edebi ruhuyla hiç karşılaşmayacaklar mı? Ne basit ne seviyesiz ve ne sıradan bir hayat bunların yaşadığı böyle.

Beni kendime getiren ve sekizinci katta oturduğuma ikna eden bir kitabı okuyana kadar belki de hep böyle düşünecektim. Bu, Elias Canetti'nin 'Körleşme' isimli kitabı. Okur okumaz sekizinci kata taşınmışsın bile dedirtti kitap bana. 

"Dünyasız Bir Kafa,  Kafasız Bir Dünya ve Kafadaki Dünya" diye üç bölümden oluşuyor kitap. Belki de bana bu kitabı okutturan şey kitabı şöyle karıştırıverince gördüğüm bu üç bölüm ismi. 

 Kitapların anlattığı dünyanın dışında başka bir dünyayı tanımayan, hatta tanımak istemeyen kitap delisi bir adamın,  Kien'in hikâyesini anlatıyor Elias Canetti. Bu durum bir körleşme hali oluşturuyor roman kahramanında.  Tek gerçek var, o da kitaplardaki hayatlar. Belki de bunu yaşadığı ortamdan kaçmak veya soyutlanmak isteyen bir adamın dış dünyaya körleşmesi olarak da değerlendirebiliriz.

 Sonra Kien’in kafasının dışındaki dünya ile karşılaştığı bölümü okuyorsunuz. Yani “Kafasız Dünya” bölümünü. Bu bölüm, roman kahramanının uçlarda yaşayan tiplerle ve her türlü hayat şeklinin yaşandığı dış dünyayla karşılaşmak mecburiyetinin anlatıldığı bölüm.

Üçüncü ve son bölümse, “Kafadaki Dünya”. Bu bölüm belki de en trajik bölüm. Çünkü çıkan yangında Kien’in aklını tamamen yitirerek kendi kitaplığını, kafasındaki dünyasını yani kitaplarını yakarak kahkahalarla ateşin kendisine ulaşmasını izlediği bölüm. 
 

Körleşme; dış dünyayla bağlantı kuramayan ve kitaplardan fildişi bir kule inşa eden bir adamın insanlara bakışının daha doğru bir ifadeyle bakamamasının romanıdır aslında. Kulesinden çıkamayan aydın tipinin yergisidir de diyebiliriz.

Kitapların dünyasında yaşamak insanı yalnızlaştırıyor mu? Son zamanlarda hep bu sorularla dolaşıyorum. Yazarlar veya onları okumadan yaşayamayan insanlar, dünyanın en yalnız insanı olabilirler mi? İçimiz çok zenginmiş gibi gözüküp de hayata hiç dokunamadan, yani hep kitaplarda yaşıyor olabilir miyiz?

Farkına varmadan sekizinci kata taşınmış olabilir miyiz?


 

Yorumlar 2
Erciyes 12 Ocak 2024 23:09

Üstadım hayatı ve hayattaki insanları ne güzel ifade etmişsiniz

Reis 12 Kasım 2023 12:44

Kafasız dünya gir oyna çık oyna…

Yazarın Diğer Yazıları