Prof. Dr. Tuncay DİLCİ

Duygusal cehaletin kıskacındaki nesil

Prof. Dr. Tuncay DİLCİ

Hepimizin malum olduğu üzere; geçmişin sabır ve uzlaşı kültürüne hasret kaldık. En ufak olumsuzluklar da; saldırı, şiddet, öfke patlamaları, depresif tutum, anlayış kısıtlılığı, hiddet ve saldırı kültürü gibi karakteristik tutumları benimsedik.

Duygusal yönden olgunlaşamamış bir nesil yetiştiriyoruz. Peki bunun en önemli sebebi ne olabilir? Öncelikle eğitim sisteminin müfredat yapısı, ulaşım, paylaşım, yardımlaşma ve dostluk gibi kavramları niteleyerek, birey odaklı, pragmatik sentezli karakter edinmiş, ataerkil kültüre saldıran, her şeyi hazır bulmuş, hayatı akademik becerilerle yorumlayan kısaca test ve tost çocuğu diyebileceğimiz tuhaf bir nesil...
Söz konusu bu durumun nedenlerini biraz daha geniş perspektiften bakıldığında: 

1. Dijital çağın getirmiş olduğu, yoğun dijital nesne ve içeriklerinden maruz kalmanın yoğunluğu ile parçalanan yürekler, kirlenen beyinler ve zihinsel işgal... Özellikle yoğun dijitalleşmeye bağlı içeriklerin sunumu eşliğinde meydana gelen duyarsızlaşma, empatik ilişkilerden kopuş, zihinsel doluluk, taklitleriyle öğrenme, yanlış rol model edinimi, özdeşim kurma gibi olumsuzluklar çocuklarda duygusal patlama, öfke patlaması gibi duygudurum bozukluklarına neden olmaktadır...

2. Bu çocuklarda haz erteleme becerisi gelişmemiştır. Bunun en önemli nedeni Çekirdek aile formunda iki ya da tek Çocuklu aile içi iki günde yetişmiş, hazırcı üretmeden tüketmeyi benimsemiş el bebek gül bebek olmaları...

3. Gerek eğitim sisteminin, gerekse toplumun akademik beceri odaklı yaklaşımları. Bu şekilde çocukların kimliğini sayısal puanlar üzerinden tanımladığımız, başarıyı sadece akademik aritmetik ortalama üzerinden yorumladığımız bir yaklaşımın sonucu... Özellikle velilerin birincil ihtiyaçlardan kaynaklı, kapitalist sistemin zor hayat koşullarının getirmiş olduğu basın altında çocukların daha iyi bir meslek getirisi kaygılarının öncelendiği bu yaklaşım biçimi; bir başkasının omzuna basarak o hedefe odaklanma, bireyci, faydacı, sinekten yağ çıkaran bir anlayışla hemen yanı başındaki arkadaşını rakip gibi gören bir sistem... Onunla beraber ailenin, okul öğretmen üçgeninde yaklaşımı ki; çocuğun sadece ders başarısına dönük davranışlarının ölçüldüğü veya sorgulandığı bir yaklaşım biçimini sergilemeleri... hepimizin malum olduğu üzere; hiçbir veli okula giderek çocuğun öğretmeninden bilgi alırken; benim çocuğumun duygusal gelişimi nasıl? Benim çocuğumun sosyal ilişkileri nasıl? Benim çocuğumun ahlaki ve değer yargısı anlayışı nasıl? Benim çocuğumun hangi alanlara ilgi ve yeteneği eğilimi var? gibi soruları asla sormayışı…

4. Küçük yaşlardan itibaren çocuklara duygu düzenleme eğitimi ve becerisinin kazanındırılmasız yaninde bir eğitim verilmemesi. Buna göre çocuk öfkeyi yönetme, duygularına hakim olma, duygusal enerjisini daha olumlu başarılara kanalize etme gibi becerilerden yoksun kalmaktadır…

5. Bilinçli olmayan mekan tasarımları insan üzerinde olumsuz etkileri oluşturabilmektedir. Özellikle zit renklerin yaşam alanında kullanılması, keskin çizgilerin vurgulanarak görülmesi, oturma biçimi ve şekli, duvar renkleri, tavan yükseklikleri, binanın yapı ve şekil özellikleri insanların duyguları üzerinde etkili olabilmektedir. Bu şekilde mekansal üretim bazında duygusal şekillenme, olumsuz etkilenirken; diğer taraftan da insanlar arası çatışma ve şiddet üretimine vesile olabilmektedir... Diğer taraftan, dijital dünyanın getirmiş olduğu sanal etkileşim ortamları ve buna bağlı sanal yaşam algısı ve biçimi birey de mekan ve zaman tasavvurunu bozarak doğasına aykırı bir duygu birikimi yaşamaktadır. Giderek öfkeyi besleyen ve kendi mecradan uzaklaşan birey sanallaştığı kadar duyarsızlaşmaktadır...

6. Dikey yapılaşma eşliğinde mekansal yaklaşım ve yakınlık insanları kültürel bir yabancılaşmaya, temasızlık ve iletişim yoksunluğu kültürel yozlaşma ya aynı zamanda da yeni nesil üzerinde bir kültür boşluğu yaratmıştır. Özellikle bireylerin dijital nesne odaklı ve yoğunluklu yaşamaları dinsel becerilerini öğretirken; sosyal İzalasyon yaşamaları ve geliştirmelerini sağlamıştır. Bu şekilde yalnızlaşan biri iletişim ve sosyal ilişkiler yönündeki enerjisini atamayarak kendi içerisinde ötekileştirme ve düşman yaratma çabasına girmektedir. Bu nedenle insani vasıflarından uzaklaşan birey ilk kimlik ve karakter aşınması yaşayarak kültürel lezyon üretmektedir...

7. Dijital mecralarda üretilen çizgi film içerikleri, hayali ve sanal kahramanlar, ayakları yere basmayan düşünsel tasavvurlar, çocuklarımız da benlik algısı ve kültürel şekillenmesi bağlamında olumsuzluklar oluşturmaktadır. Bununla beraber, kalabalıklar içerisinde kendisini yalnız hisseden birey, çevresel etkilerle ve kirlilikle şekillendirdiği dimağları giderek çevreye öfke ve şiddet olarak sunmaktadır..

8. Eğitim sistemindeki POS modern öğrenme şekli ve biçimi çocuklarda değerlerine karşı sorgulamadan başlayarak, hızlı bir yıkım ve eleştirel tutumu beslemiştir... Bu şekilde sempatik ve sempatik ilişkileri yeterli olmayan birey duygusal zekâ boyutunda da kendi kabuğunu kıramamış, ilgi ve sevgi eksikliğine bağlı büyük bir açlık eşliğinde en yakınındaki insanlardan başlayarak toplum genelinde de bir düşmanlık, öfke, saldırganlık gibi olumsuz davranışları benimsemiştir...

9. Küreselleşmenin getirmiş olduğu basınç altında üretilen emtialar, tüketim kültürü, moda ve dayatılan içerikler bireyde farklı bir kaygı bozukluğuna neden olmaktadır. Adeta “tüketiyorsan varsın” anlayışı insanlara içselleştirilirken; yeni Dünya düzeni kisvesi adı altında ulus devletlerin varlığına, kimliğine ve diğer birikimlerine savaş açan ve insanlığı her yönden kuşatan biyolojik, psikolojik, ekonomik kuşatma ve zor balığın getirmiş olduğu içeriklere maruz kalma…

10. Yeterince sosyal kimliğe ulaşamayan bireylerin, sosyapati, antisosyal kişilik gibi yeni nevrotik bozukluklara bağlı olarak, sosyal psikoloji de ifade edildiği şekliyle ruhsal hastalıklara evrilen davranışsal sorunların bir başkasına da ulaşarak sirayet ettiği bilinmektedir...

11. Türk kültüründe okuma alışkanlığının bir yaşam veya hayat felsefesi halinde olmaması düşünsel bir fakirliğe yol açmaktadır. Bunun anlamı yeterince kavram üretemeyen bireyin yeterince söylem ve düşünce üretememesidir. Söz konusu bu durum sözel iletişim ve Limbik sistemdeki söz varlığının eksikliğine bağlı olarak düşünsel fakirle evlenmekte, bu şekilde var olan ilişkisel süreci sabote etmek şeklinde kendini göstermektedir...

12. Çocukluktan itibaren duygusal zekanın gelişimine, vicdan ve merhamet duygusunun sevgi ile bezenmiş formunun oluşumuna katkı sağlayacak hayvan ve doğa sevgisi maalesef yeterince verilmemektedir. Bu durum, insan sevgisinden de uzaklaşmaya neden olmakta, vicdani tatminsizlik eşliğinde sürekli sevgi ihtiyacını zorlukla, zorbalıkla ve sürekli başkalarının ilgi ve sevgi devşirme şeklinde bukunmaktadır...

13. Medya aracılığıyla üretilen içeriklerin özdeşim yoluyla bir rol transferine dönüşerek, birey de yeni ve sağlıksız davranışları tetiklemesi...

14. Sanatta, edebiyatta, sportif etkinliklerde kendini ifade edemeyen, düşünsel sergileme, tatmin yaşama kısırlığı içerisindeki birey, enerjisini duygusal Şantajlara, depresif ya da Psikopati tutumlara yöneltirken kendi iç dünyasındaki kısırlık ve insani özünü yakalama mücadelesi ile duygusal bir çırpınış içerisinde, denize düşen insan misali çırpındıkça batmaktadır..

Selam ve dua ile…

Yazarın Diğer Yazıları