Eski Türkiye’nin sahibi biziz dediği Beyaz Türkler, din ve millet korkularını yaydıkları oranda içe kapandı ve sürekli düşman üretti. İlkokula giderken televizyonu açtığımda TRT’de etrafımızın düşmanlarla çevrili olduğunu anlatan programlar izlerdim. Çocuk aklımla ne kadar talihsiz bir ülkede yaşıyorum derdim. O programları gördüğümde içim daralırdı. Hayatımın en güzel yıllarını geçirmem gereken çağda umutsuzluk her yanımı sarardı. Cennet kokulu anneciğim de üzüldüğümü görür, böyle şeyleri seyretme oğul derdi. Bende hemen televizyonu kapatır ona sarılır en güzel dakikalarım tekrar geri gelirdi.
Türkiye’deki Askeri Cuntanın, hükümetlere baskı kurabilmek ve iktidarlarını devam ettirebilmek için içeride ve dışarıda düşmanlara ihtiyaçları vardı. Düşman yoksa en yakın zamanda icat edilmesi icap eder. Batılar, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra ona konum belirlediler. Bu durumu en iyi Winston Churchill şu cümlelerle özetliyor: "Türkiye için bir güç tespit edilmelidir. Zayıflayınca yardım ederek o güce çıkarılmalı ama tayin edilen gücü aşarsa savaş dahil her çareye başvurarak güçlenmesini önlemelidir. İngiltere ve Fransa Orta Doğu'da Osmanlının boşluğunu dolduramadı ve hiçbir güç bu boşluğu asla dolduramayacak. Türkiye'nin bu boşluğu doldurması Batı'nın felaketi olur..."
Eskiden bazı Efendiler, kölelerin sağlığına kendisinden ve çocuklarınkinden daha çok dikkat ederlermiş. Çünkü sağlıksız köle, çalışamayacağı ve hizmet edemeyeceği için bir işe yaramazmış. Batılılarda Türkiye kuruldu kurulalı bize bu gözle bakıyor. Çok serpilip güçlenmemeliyiz, eğer güçlenirsek yaptıkları zulümlerin hesabını soracağımızı, emperyalist emellerini gerçekleştiremeyeceklerini, Türkiye’yi ve çevresini sömüremeyeceklerini çok iyi bilirler. Ancak çok zayıflarsak da yeterince hizmet edemeyiz. Bu yüzden Türkiye’yi ne öldürmek ne ondurmak isterler.
Peki, bir ülkeyi hem öldürmemek hem de ondurmamak için ne yapmak gerekir? Türkiye’nin geçmişine bakarak buna çok iyi cevap bulunabilir. En başta silah, savunma ve araba sanayinizin çok zayıf olması ve batıya bağımlı olmanız gerekir. Devrim arabası Cemal Gürsel’in talimatıyla 20 mühendis tarafından 4,5 ay gibi kısa bir sürede 4 tane üretildi. Mühendislerimiz gece gündüz çalışarak 3600 motor gücünde 4 silindirli güzel bir otomobil üretti. Hemen seri üretime geçilmesi gerekirken arabanın kapısına kilit vuruldu. Neden? Batının Türkiye’deki aparatları Cumhurbaşkanına bile emir verecek güçte de ondan. Cemal Gürsel bu arabayı 29 Ekim 1961’de tanıttı. 17 Eylül’de Adnan Menderes’i asan güçler Cemal Gürsel’e bu araba üretilmeyecek ve sende bu konuyu kapatacaksın dediklerinde yapacak bir şey kalmamıştı.
Gelelim ülkemizin ilk milyonerlerinden Nuri Demirağa’ya. 1886 yılında Sivas'ın Divriği kasabasında doğdu. İlk öğrenimlerini Divriği’de tamamladı. Maliye Bakanlığının açtığı bir imtihanı da kazanarak, bankacılıktan maliye hizmetine geçmiş, İstanbul'a gelerek Maliye'nin her kademesinde seçkin bir memur olarak çalışmış ve 1918-1919 arasında 32-33 yaşlarında iken Maliye Müfettişi olmuştur. Divriği ile alakasını kesmeyerek, İstanbul'da Beşiktaş'a yerleşmiştir.
Kendi kaydına göre 56 altın (252 kağıt lira) birikmiş parası ile sigara kağıtçılığına başlamış ve "Türk Zaferi" adını verdiği bir sigara kağıdı çıkarmıştır. O acı ve karanlık günlerde " Türk Zaferi Sigara Kağıdı" fevkalade rağbet görmüş, o zamanki soyadı ile Mühürdarzade Nuri Bey'e hayli para kazandırmış, 252 lirası üç sene içinde 84.000 lira olmuştur. Daha sonra, Cumhuriyet Hükümeti’nin Türkiye Demiryolları ve şoseleri (taş kırıkları üzerine kum dökülerek yapılan karayolu) ile başladığı büyük imar işini benimseyerek, devlete en uygun tekliflerle müteahhitlik hayatına atılmıştır.( "İstanbul Ansiklopedisi", Reşat Ekrem Koçu, Sayfa 4736,)
"İlk Türk Demiryolu Müteahhidi, ilk kazmayı vurduğu yerden itibaren azminin ve imanın bütün kuvvetiyle ilerlemeye ve bütün geçtiği yerleri, demir ağlarla örmeye başladı." Fakat Nuri Bey'in muvaffakiyeti, Samsun'dan Erzurum'a kadar geçtiği yerleri demir ağlarla örmekten ibaret kalmadı. O büyük iddiasının tahakkukuna çalıştı. Samsun'dan başlayan ilk tahakkukuna müteakip (Fevzipaşa-Diyarbakır) (Afyon-Antalya) (Sivas-Erzurum) (Irmak-Filyos) hatlarında 1012 kilometrelik demiryolu yaparken, diğer büyük inşaat işlerine de atıldı. Bursa'da Sümerbank’ın Merinos, Karabük'te Demir ve Çelik, İzmit’te Selüloz, Sivas'ta Çimento fabrikalarıyla, İstanbul’da Hal binasını ve Eceabad - Hava soşesini de yaptı. ("Nuri Demirağ Kimdir?", Ziya Şakir, Sayfa 50,)
Nuri Demirağ, 1936 yılında havacılık sanayiinin ilk temellerini atmaya başladı. İlk iş olarak 10 yıllık devreyi kapsayan bir plan - program hazırlattı. Bu program gereği, Beşiktaş Barbaros Hayrettin İskelesinin yanında Tayyare Etüt Atölyesini kurdu. Bu tayyare atölyesi kısa bir sürede dev bir fabrika haline geldi. Yeşilköy'de Elmas Paşa çiftliğini tayyare meydanı yapmak için satın aldı. 1000 X 1300 metre boyutlarında düz bir tayyare alanı yaptırdı. Bunun bir örneği de o sıralar Avrupa'nın en modern havaalanı olan Amsterdam'da vardı. 1937-1938 yılı içinde Türk Hava Kurumu 10 okul uçağı ve 65 planör siparişinde bulundu. İstanbul fabrikalarında yapılan ilk yerli Türk uçağı, 1941 yılı ağustosunda Nuri Bey'in doğduğu yer olan Divriği'ye uçarak gidip gelmişti. Halkı da heyecanlandıran bu tür gösterilerin yararlı olduğunu düşünen Nuri Bey, Eylül ayında 12 uçaklık bir filoyu, Bursa, Kütahya, Eskişehir, Ankara, Konya, Adana, Elazığ ve Malatya rotasında uçurarak halka kendi tayyarelerimizle göklerimizi kendimizin koruyabileceğini göstermek ve onlara inanç vermek istemiştir. Nu.D.38 tipi yolcu uçağı, tamamen Türk mühendis ve işçilerinin ortaya çıkardıkları Türk tipi bir uçaktır. 6 kişilik yolcu uçağının çift pilot kumandası bulunmaktadır. Saatte 325 kilometre hız yapabilmekte ve 1000 KM uçabilmektedir.
Ne olduysa Türk Hava Kurumu verdiği uçak siparişini iptal etmiş hemen arkasından bürokratik baskılar başlamış ve Nuri Demirağ’ın bütün okulları, fabrikaları kapatılmıştır. Adnan Menderes’i asan, Cemal Gürsel’e Devrim arabalarını ürettirmeyen Cuntacı Kemalistler, Batının aparatları, gönüllü köleler uçak sanayimizin ülkemizdeki kökünü kazımıştır. Çünkü efendilerinden öyle emir almışlardır. Uçak sanayisinin kökünü öyle kazımışlardır ki bugün elimizde prototip bile yok. Uçakların bir kısmı gömülmüş, bir kısmı imha edilmiştir.
Bugünde tarihimizin en büyük savunma sanayi hamlesini yapan Baykar grubu ve benzerlerine, bu sanayinin oluşumunun mimarı Recep Tayyip Erdoğan’a kim dil uzatıyorsa Batının aparatıdır. Eski Cuntacı Kemalist dönemlerini özleyen gönüllü kölelerdir, zavallı aklı evvellerdir.