Suat DAĞ

Ruhun Aklı – Ruhun Kalbi - Ruhun Dili - 2

Suat DAĞ

Acaba, salt beyin merkezli düşünen düşünürler düşüncenin hakkını vermiş mi dersiniz?  Acaba Dekart, “cins” olduğu söylenen beyniyle ve süper zekâsının, zorlandığı limitiyle, genel hayat çizgisinde, yani kişiliğinde, yüksek standartlara erişebilmiş midir? Ve varlığı bütüncül kavrama noktasında, eşyanın aslına uyan tevhidi idrake erişebilmiş midir?  Evet, gayri Müslim filozoflar, muvahhit İslam düşünürleri örneğinde ahlaki gelişimlerinde, İnsan –ı Kamil erginliği gösterebilmişler midir, dersiniz? Tevhidi düşünceden ve düzeninden uzak filozoflar? “Düşünüyorum öyleyse varım” ifadesindeki akıl yürütme formasyonuyla, varlığına kanaat getirdiği eşyanın ve bütün idrak edilenin kabuk gerçeklerinin kavrayışı noktasından Dekart, bilgisini daha ileri gerçeklere ulaşabilmiş midir? Müthiş emek vererek elde ettiği ve sağlam olduğuna inandığı bilgiler, gerçekten ne kadar sağlamdır? Filozofların önerdiği bilgilerin sağlamlığı neye göre sağlamdır. Filozofların kendi akıllarına göre mi? Öylede birbirleriyle çelişen bir dolu felsefi görüşler neden bir dolu? Sonlanmamış, ucu açık fikir yürütmeler bir türlü sonlanmaz? Deriz ki: “Her görüş tartışılmalı, farklı görüşlerle mukayese edilmelidir…” Eğer insanlık gerçeğin peşindeyse? Tabi ki İslam büyüklerinin de düşünce dünyaları ve tevhidi düşüncesinin sosyal yararlılık değeri, büyük İslam düşünürlerinin ahlaki seviyeleri ve ufuk standartlarının kritiği yapılmalıdır. Başka fikrin ve inancın sahibi düşünce adamlarının görüşleri ve ahlak değerleri ve sosyokültürel yararlılık durumları mukayese edilmeli, ortaya çıkacak değer farklılıkları, bilim dünyasının vicdanında tartılmalıdır. Bu şekilde, fikri olarak, üstün değer seçimi yapılmalıdır. Gerek çağımız filozofları olsun gerek skolastik düşünce adamlarının olsun, bir görüşü veya fikri meslek edinerek, insanlara sundukları düşünce biçimleri ve oluşturdukları veya oluşturmayı amaçladıkları sosyal yaşam biçimleri,  gençlik tarafından iyi anlaşılmalıdır. Önemle belirtmeliyim ki, sosyokültürel değer analizleriyle mukayese edilerek fikirlerin hakikat değerleri, gerçeklik payları, hakikatle örtüşme oranları ve yararlılık ölçülerini karşılaştırmak, her branşta  gelişmiş bilim dünyası için zor şey değildir. Her branştan bilim adamlarının varacakları ortak kanat düşünce dünyamıza sağlam bilgiler sunar diye düşünüyorum. Evet, fikirler ilmi olarak mukayese edilsin ki, beslendikleri farklı kültürlerin bağlısı veya mütefekkirine veya o fikri halklar yaşıyorsa, toplumlarda ahlak ve medeni gelişme bakımından, o fikrin toplumsal ortama kazandırdığı veya kayıp ettirdiği durumlar, insan havsalasına bir ölçü verebilsin… Ancak bir düşünce sistemi toplumda gerçekten ciddi manada yaşanıyorsa tabi…

Aklı ve bilimi ve deneyi esas alan düşünce sistemleri, haklı olarak, genelde parçadan tüme varımı öncelerler. Oysa akıl, bilim ve tevhit prensipleri olan mutasavvıfların yolu ise, varlığın aşka uzanan ilmi rehberliğinin peşine düşerek yaratılandan, Yaratan’a yol bulmayı esas alırlar… Halik’ı bulduktan sonrada halkla ilişkilerini ilahi yasalara göre tanzim etmeye daha bir titizlik göstererek gayeli, vasıflı ve disipline yaşamayı prensip edinirler. Vicdanlarında Allah’ı (c.c.) bulan  Muvahhit düşünürler ise, eşyaya karşı konulamaz merakları ve varlığa olan hayranlıkları onları bilmeye kışkırtır. Gayeleri ise sevgili edindikleri Yüce Yaratıcının rızasını kazanarak, sevgilerini İlahi Aşka dönüştürmek için ibadetlerinde istikrara, hayatlarında istikamete önem verirlerken, bilgiye oburlaşırlar.

  Salt düşünürler ise, Dekart örneğinde, didikledikleri eşyadan bekledikleri done = veriyle elde edecekleri bilinç aşamaları “ben = ene sevdası içindir. Bu sevdaları, adına “ aşk” denen sonsuza açılan insana bitimsiz hayranlık veren ve ilahi sevdanın motivasyonun formuna uymaz. İlahi aşkın, üst bilinç formundan, filozoflar mahrumdurlar… Oysa bilgi oburu kesilen arifler, “yakin “ denilen sağlam bilginin vicdani ve zihinsel tatminini yaşayarak düşünce gelişimi ve ahlaki olgunluk bakımından, filozoflara göre  saygın konumdadırlar.   Örneğin “Kartezyen’i Ekol... “ Yani Dekart’ın öğretisinde, insanda ilahi aşkı dölleyen ve bunun paralelinde aklı ve duyguları olağanüstü aktif kılan  “yokluk ve “hiçliğe” ermenin formel kültüründen izler göremeyiz. (hiçlikten kastımız, entelektüel manada, Yüce Yaratıcının sonsuz kudretinin sezgisel idrakiyle yokluk= mahviyet bilincine ermek hissidir. Ve hissedilen, Yüce Allah’ın azameti karşısında insanda mahviyet duygusudur. (S.D.)

İşte Hz: Mevlana, yüzeysel manada “varlık” iddiasına düşen Dekart’ı, şu şiiriyle, yüz yıllar öncesinden uyarır gibidir:

Sus yeter artık
var git yokluğa haydi, 
yoklukla yok ol. 
Git, yokluklardan tanı 
yokluktan var olanı.

Diyerek, Mevlana Hz:leri  Dekart’ı  yüz yıllar öncesinden ruhun diliyle uyarır gibidir.. .

Şunun bilinmesini isteriz ki az veya çok her türlü pozitif aktivite vve emeklere saygısız olamayız. Ama yetersiz ve sonu gelmeyen, neticeye bağlanmayan düşünce sistemleriyle de gençlerimizin oyalanmasını istemeyiz. Dedikten sonra tekraren belirtmeliyim ki;

 Temele - asıla ve mutlak gereceğe ulaşabilmenin temel yasası, nefsini bilmektir… Ve bu bilginin tabii sonucu olan da Rabbini bilmekledir. Bunlar iste ileri düşünmenin ve yüksek bilmenin iişi olduğu kadar samimi mümin olmayı da gerektirir. Kaldı ki samimi mümin olmakta ileri bilmek ve olgunlaşmış vicdanın sonucudur.

Bir de Aristo mantığını göz önüne getirelim: “Varlıktan soyut olmayan ve varlığın içinde, varlığın devinimine vesile olan ve varlıktan ne ayrı ne de gayrı olan bir Tanrı tanımı…” Buna “Deizm Dini ’de”  dense olur. Buna “hakikat keşfi” diyebilecek varsa buyursunlar… Kâinatı Yaratanı varlıkla sınırlamak…  Aristo’dan yüz yıllar sonra görüldü ki,  “bölünmez” denilen, atomun parçalandığı görülmüştür. Atomun ayrıştırıldığında, daha alt madde formlarına vakıf olunmuştur. Yani laboratuvarın eline avcına sığmaz nitelik kazanmış ve  Atom altı parçacıklar metafizik bir mahiyet arz ederken, form değiştiren maddeye “kuantum fiziği” denilerek insan aklına ötelerin kapısını aralatmıştır. Demek ki aşkın tevhit kültürü gibi rehberliğinden uzak olan, en akıllı ve en ileri formel bilgilerle düşünen düşünürde olsa, yanılma paylarının çokluğu tartışılmayacak kadar barizdir. Ve sağlam bir varlık tasavvuruna erişemeyecek,  fikirlerini nihai olarak tatmin edici bir sonla neticelendiremeyeceklerdir. Çünkü sağlıklı düşünmede ve hakikati öz gerçeğine uygun keşfetmekte, sağlam bilgi edinmekte, ruhun aklı ve ruhun kalbi gereklidir. Şeklindeki düşüncemle bu makalemi bitiriyorum.

Konuya devam edeceğiz inşallah!

Selam ve saygılarımla

Yazarın Diğer Yazıları