Bende kitaba sahip olma alışkanlığı kitap okuma alışkanlığından daha önce başladı. Okul yıllarında yemeyip içmeyip kitaplar alırdım. Raf raf kitaplarımın karşısına geçer dakikalarca onları izlerdim. Kimi zaman birkaç raftaki kitapları sıra ile elime alıp sayfalarını karıştır, gönüllerini alırdım. Bir gün mutlaka hepinizle oturup sohbet edeceğiz derdim, kendimden emin bir şekilde. O yıllardan mı kaldı bilmem bazı kitapları hala hiç acele etmeden uygun zamanı kollayarak okurum. Medyadan veya arkadaş çevremden ilgimi çeken bir kitap olursa ilk işim kitapçılarda o kitabı şöyle uzaktan bir incelemek olur. Avını ürkütmek istemeyen bir aslan edasıyla etrafında döner adeta koklarım havayı. Bazı kitaplar isimleri, kapağı ve bıraktığı intiba ile özel bir yere sahip olduğunu hemen hissettirir. İşte bu tür kitaplar bir solukta ve bir kere okunacak kitaplardan değildir. O yüzden bu tür kitapları aldıktan sonra evimde müstesna bir yerde demlemeye bırakırım. En uygun ruh halimin olduğu, kendimi verebileceğim bir zaman diliminde okumak için. Ara sıra kapağını açar bakarım demlenmiş mi diye. Demlenmiş ise başlarım yudumlamaya.
Bazı kitapları demlerken bazılarını da yaz ortasında suya kanmış gibi soğuk su niyetine bir dikişte içerim. Bu tarz kitaplar genellikle popüler romanlar olur. Tarihi romanlar ve son zamanların modası tarihi şahsiyetlerin günümüz bakış açısıyla kurgulanmış yaşamları. Ne yalan söyleyeyim bu tip eserler konu bakımından daha sade ve anlatım olarak daha akıcılar. Ancak hiçbir zaman demlenmiş kitaplarım kadar ruhumu doyurmaz ve güven vermezler.
Son demlediğim kitap üzerine sizlerle duygu ve düşüncelerimi paylaşmak istedim. Henüz kitabın tamamını içmediğim için sadece bende bıraktığı ilk yudumun tadı üzerine birkaç cümle sarf edebilirim.
Son demlediğim kitap ‘Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi’ yazarı İsmail Cem. 2007’de vefat eden İsmail Cem gazeteci ve siyasetçi kimliği ile kamuoyunun yakından tanıdığı bir isim. Ancak Onun yazarlık yönünün pek bilinmediğini düşünüyorum. İsmail Cem’in çok sayıda kitabı var. Ancak ben sadece adı geçen eseri demleyebildim.
Eser giriş bölümü hariç yedi bölümden oluşuyor. Osmanlı Devletinin kuruluşundan itibaren, Cumhuriyet dönemi dahil, Anadolu ve çevresinde yaşanan ekonomik ve sosyal değişimleri konu ediniyor. Ne yalan söyleyeyim İsmail Cem’in birazda siyasi kimliğinden dolayı özellikle Osmanlı ile ilgili bölümlerde farklı bir bakış açısı ortaya koyacağı gibi bir ön yargım vardı. İlk bölümü okuyunca doğrusu mahcup oldum. Zira Osmanlı ve o dönemin şartları, bir tarihçi hassasiyeti ile geniş bir bakış açısıyla ortaya konulmuştu. Yararlanılan kaynaklar tarih alanında otorite kabul edilen kişilerden oluşuyor. Halil İnalcık, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Ömer Lütfi Barkan aklımda kalanlardan birkaçı. Yazar kaynak seçiminde gösterdiği başarıyı yaptığı alıntıları konuya yerleştirmede de yakalamış. Bir çok noktada çekinmeden detaylı bilgiler vermiş. Osmanlı Kapan Hanlarında ( Kapan, günümüz toptancı sitelerine benzeyen mekanlar ) bulunan malzemelerin miktarları buna bir örnek. İsmail Cem, Osmanlıların bulundukları bölgede kuruluş ve yükselme döneminde sağladıkları sosyal adaleti ve barışı örnekleri ile ortaya koymaya çalışmış. Buradan şu anlaşılmasın bu kitabı Osmanlıyı takdir ettiği için, ele almıyorum. Ben bir çok şeyin olduğu gibi algılanmasından yanayım. Bu eseri bir gruba veya kendi dünya görüşüme dayanak yapmak gibi bir niyetim asla olamaz. Ben demlediğim kitapların benim damak tadıma ne kazandırdığı ile daha çok ilgileniyorum. Kısır tartışmalardan çok, kaliteli, verimli ve eğitici okumalardan yanayım.
İlerleyen bölümlerde doğrusu aynı akademik seviyeyi bulabilecek miyim, bilmiyorum. Tahminim o yönde. Tabi politik yanı olan konular üzerinde fikir birliği sağlamak zor bir durum. Eserin en azından ilk bölümünden şu kanaatim pekişti, yazarları ve günlük olayları birinci elden öğrenmek çok önemli. Doğru tespitler yapmak için karşılaştırmalı düşünebilmek gerekli. Geçmişi daha iyi anlamak için içi boş duygusal yaklaşımlardan çok, belge ve bilgiye dayalı çalışmalar yapma ihtiyacı var. Geçmişe küfretmeden ya da göklere çıkarmadan önce tam olarak anlamaya ihtiyacımız var.
Türkiye’nin geri kalmışlığında toplumsal nedenler önemli bir yer tutuyor. Dünyada ekonomik ve siyasi sistemlerin değişmesi ayrı bir etken olarak karşımıza çıkıyor. Sömürgecilik anlayışının gelişmesi Osmanlı topraklarının Batılılarca sömürge alanı olarak görülmesi Osmanlıyı zor durumda bırakmıştır. Türkiye’nin her şeye rağmen, çok güçlü bir ülke olacak insani ve teknik potansiyeli vardır. Orta Doğu’nun içinde bulunduğu vahim durumdan kurtulması için ileri bakması, ancak geçmişte yaşananlardan da ders çıkarması gerekiyor. Orta Doğu’da yaşanan gelişmeleri yüzlerce yıllık serüvenden ayrı düşünemeyiz. Kısacası geri kalmışlığı birkaç nedenle sınırlamak doğru değil.
Sosyal hayatın getirdiği uğraşlar nedeniyle okumaktan, düşünmekten ve muhabbet etmekten uzaklaştığımız şu günler de, bir kitap ta siz demleyin derim.