Aile; insanın doğduğu, büyüdüğü ve kimliğini bulduğu ilk kaledir.
Bu yüzden, insanı köklerinden koparmak isteyen her proje önce aileyi hedef alır.
Bugün küresel ölçekte yürütülen birçok ideolojik hareketin görünürdeki amacı özgürlük gibi sunulsa da, perde arkasındaki amaç aileyi çözmek ve bireyi yalnızlaştırmaktır.
Toplumsal cinsiyet ideolojileri, bireycilik akımları, sorumluluklardan arındırılmış özgürlük söylemleri… Hepsi zincirin parçalarıdır.
Amaç, kadını kadınlıktan, erkeği erkeklikten, çocukları ise aile aidiyetinden koparmaktır.
Toplumsal Cinsiyet ve Bireycilik: Sessiz Saldırı
Günümüzde "toplumsal cinsiyet eşitliği" adı altında, fıtratı inkâr eden bir yaklaşım yaygınlaştırılıyor.
Kadın ve erkek arasındaki biyolojik ve manevi farklar yok sayılıyor; insan sadece "cinsiyetsiz bir birey" olarak tanımlanmak isteniyor.
Bu yaklaşım, aileyi oluşturan temel taşları gevşetiyor.
Anne-baba rollerinin önemi küçümseniyor, evlilik kurumu değersizleştiriliyor, sadakat ve fedakârlık gibi kavramlar modası geçmiş gibi gösteriliyor.
Bireycilik de aynı şekilde, bireyin ailesinden, toplumundan, hatta inancından koparılarak sadece tüketen, kimliksiz bir figür haline gelmesine yol açıyor.
Özgürlük adı altında yalnızlık, güçlenme adı altında köksüzleşme pompalanıyor.
Direniş: Aileyi Koruma Mücadelesi
Aileyi korumak, sadece bir gelenek meselesi değil; bir medeniyet meselesidir.
Güçlü aileler olmadan, güçlü toplumlar kurulamaz.
Bu yüzden;
- Çocuklarımıza aile sevgisini yeniden aşılamalı,
- Anne ve baba rollerini küçümsememeli,
- Evliliği bir yük değil, kutsal bir birliktelik olarak anlatmalı,
- Ve her şeyden önemlisi, aile içi sorumluluk duygusunu kaybetmemeliyiz.
Çünkü dünya değişse de hakikat değişmez:
Aile yıkılırsa, toplum çöker.
Toplum çökerse, millet yok olur.
Aile; bir sevgi ocağıdır, bir inanç kalesidir.
Onu korumak, yarınımızı korumaktır.
İzlemeye devam et…
ama bu kez evin ışığını söndürmeden.