Eskiden insanlar karar verir, makineler uygulardı. Bugün ise makineler öneriyor, insanlar uygulatıyor.
“Ben istedim” dediğimiz şeylerin, aslında ekranımıza düşen algoritmalarla beslendiğini fark etmek artık zor değil.
Sosyal medyada karşımıza çıkan ürünler, önerilen haberler, beğendiğimiz içerikler... Bunların ne kadarı gerçekten bize ait?
Yapay zekâ artık bir yardımcı değil, bir yönlendiriciye dönüşüyor. Gündemden alışverişe, eğitimden dine kadar her alanda algoritmalar devrede.
Kişiye özel gibi sunulan sonuçlar aslında sistematik yönlendirme mekanizmalarıdır. Bu sistemler, bireyin kararlarını önceden öngörür, ardından onu o karara “kendi isteğiyle” götürür.
Hür İrade ile Dijital Kumpas Arasında
İrade, insanın en değerli vasfıdır.
Ancak ne yazık ki çağımızda bu irade fark ettirmeden tutsak ediliyor. Hızlı tüketim, anlık kararlar, sürekli uyarılar... Tüm bunlar insanın tefekkürünü azaltıyor, karar verme süreçlerini yüzeyselleştiriyor.
İrade, sadece “istemek” değildir; “neye göre, ne uğruna” istediğini bilmektir.
Peki ya gençler? Zihinleri sürekli algoritmalarla biçimlendirilen bir nesil, yarın hangi kararları özgürce verebilir?
Okuduğu kitapları bile TikTok trendlerine göre seçen, kıyafet tercihini fenomenlerin etkisine göre yapan bir gençlik, kendi iradesini nasıl inşa edecek?
Teknolojiye Teslim Olmak Değil, Onu Terbiye Etmek Gerek
Yapay zekâyı dışlamak değil meselemiz. Bilakis bu teknolojiyi ahlâkî ilkeler ve milli duruşla şekillendirmek gerekir.
Her gelişim iyi değildir; değer üretmeyen her ilerleme, yozlaşmadır.
İnsanı merkeze almayan bir sistem, sonunda insanı yok sayar.
Çocuklarımıza sadece “nasıl kullanılır” değil, “niçin kullanılır” sorusunu da öğretmeliyiz.
Bir düğmeye basmadan önce bir vicdana basmayı öğretmeliyiz.
Düşünme yetimiz elimizden alınırsa,
bir sonraki adım “düşünme hakkı”nın alınması olur.
İzlemeye devam et…
ama bu kez kendi aklınla.