Mustafa BALABAN

Bir imtihan olarak: İhtiyarlık

Mustafa BALABAN

Yazar Nikos Kazancakis, bir ihtiyara “Neye bakıyorsun?” diye sorduğunda, ihtiyar adam gözlerini akan sudan ayırmadan şu cevabı verir: “Hayatıma oğlum, akıp giden hayatıma…” Bu nükte insan hayatının nasıl da su gibi akıp gittiğini bir yaşamışın/yaşlanmışın diliyle ne güzel özetliyor. İnsan hayatı, doğumla başlayan ve ölümle biten bir serüvene sahiptir. Tabii ki düz bir çizgi olmayıp yaşam evreleri söz konusudur: bebeklik, çocukluk, gençlik, yetişkinlik ve ihtiyarlık. 

Modern hayat tarzı bireyselliği, kişisel hazzı, konforu özendirdiği için yeni yetişen nesil evlilik-aile tasavvurunda çekirdek aileyi hedefliyor; kuruyor/kurguluyor. Geleneksel veya geniş aile ise özgürlüğü kısıtlayıcı, itici, yorucu, özeli engelleyici, çocukların eğitiminde ihtilafı doğurucu olarak seslendiriliyor. Yani kendini büyüttüğü ebeveyn, ihtiyarlık evresinde yük olarak görülüyor. 

Oysa evlilikte aile ortamını zenginleştirici, sohbet ortamı oluşturucu, sorunları istişarede çözücü, kültür aktarımını sağlayıcı, aile kültürünü devam ettirici, geçmişle bugünü birleştirici, çocuklarına gönüllü eğitici/belki bakıcı(!) olabilecek bir imkâna ve birikime sahip iken. Yaşanan hadiselere bakıldığında hem daha güvenli hem daha ekonomik(!) iken önemsemediğimiz ya da fark edemediğimiz bir hakikat var: Büyüklere saygı eğitim kurumlarında değil, ev ortamlarında kalıcı olarak verilebilir. Eğitim ortamları teorik olarak öğretimi yapar, ev ortamları ise öğrenilenleri yaşama dönüştürmede ortam sağlar. 

İhtiyarlık, yaşlanmışlık olmakla birlikte yaşanmışlıktır, tecrübedir, birikimdir, bilgeliktir. Hayatın her dönemi ve dönemeci hem kişi için hem de ilgili kişiler için bir imtihandır. İhtiyarlık döneminde insanın fizyolojik ve psikolojik değişimleri söz konusudur. Hayatı sınıflama yaparsak son sınıftır belki de. Ama ahiret inancı olan kişiler için, yeni hayata yaklaşmanın da ilk basamağıdır. O zaman ihtiyarlıkla veya ihtiyarla da imtihan olabiliriz. Yapılması gereken bu dönemi ihtiyar/yakını olan, “rıza-ı bari”yi kazanacak bir anlayış içerisinde yaşanmışlıkla doldurmaktır.

İhtiyar olan bizsek bu dönemin her insana nasip olmadığı gerçeğini bilmek gerekir. Hani sevdiklerimizle daha fazla birlikte olmak, birçok amacımıza ulaşma fırsatı yakalamak, çocuklarımızın çocuklarını görmek, büyükbaba-babaanne olmak, ektiklerimizi biçmek, emeklerimizin nasıl neşvü nema bulduğunu görmek, mürüvvetlerine şahit olmak. Ayrı bir zevk, ayrı bir heyecandır. Evet, sorunlar da/sorunlular da olabilir. Ama onlara, yaşımızın bilgeliğiyle yardımcı olmakta ayrı bir mutluluk sebebidir.  Akil bir insan olarak makul çözümlerde de bulunmak, huzurlarına huzur katmak, yuvalarına ulvi ve uhrevi bir hava esintisi oluşturmak bizlere düşen vazife/vaziyet olabilir. Sağlığımız yerinde ise işlerine, vasat ise çocuklarının ahlaki ve dini gelişimine katkıda bulunmak… Her birimizin hayatında  elinde tespih, başında takke dedelerimiz; başörtüleri ile eli kınalı ninelerimiz bizlerin karakter gelişiminde gizil kahramanlardır. Ezana hemen icabet eden, namazı hemen ikame eden, en ufak bir yanlış lafta, davranışta tövbe istiğfar getiren o büyüklerimiz.

İhtiyarlık döneminde, geçmişimizdeki hataları görmek, kusurlarımızı bilmek ve onları tamir etme fırsatı bulmak da ayrı bir imkândır. Çocuklarımızda yapmadığımız belki de yapamadığımız güzel destek ve hasletleri torunlara yansıtmak/yaşatmak için bir şans olabilir.            

Yok, eğer biz genç, ebeveynimiz ihtiyar ise onlara olan vefa/hak borcumuzu ödemenin fırsatı olarak görmek gerekir. Yüzlerine baktıkça huzur bulacağımız, ellerini tuttukça güven duyacağımız, dualarını aldıkça mesut olacağımız insanlardır onlar. Belki cenneti kazanmamıza vesile olacak bir imkândır. Onlara saygının, hizmetin sevaba dönüşeceği bilinciyle kendimizi temize çıkaracağımız kurnalardır.
Ama bugün insanı üzen yaşlıların yalnızlığıdır. Bir zamanlar kendisi için en güzel yıllarını, emeklerini verdikleri yavruları tarafından    dışlanmalarıdır. Diğer aile fertleri tarafından yük olarak görülmeleridir. Evlatlarının -imkânları varken- kendi veremedikleri huzuru, huzurevlerinde vermeye çalışmalarıdır. Çekirdek aile olacağız derken ailenin çekirdeğinin yok edilmesidir. Oysa ne dinimiz, ne de kültürümüz yaşlıları yalnızlaştırmayı onaylamaz. Bilgeliğin, bereketin kaynağı olarak görür yaşlı insanları. 

Toplum olarak farkımızı bir kez daha görme fırsatı yakaladık. Pandeminin/salgının ilk günleri ve aylarında birçok müreffeh ülke yaşlılara hizmeti cefa görürken bizler, büyük-küçük, onlara hizmeti vefa diye tavsif ettik, tavsiye ettik. Adeta zayıflar ölsün; yükümüz hafiflesin hesabıyla hastanelere terk edilirken birçok ülkede yaşlılar, bizler onların zarar göreceği endişesi ile çareler ürettik; çözümler önerdik. 

Bu dünyada her şey/ her dönem bir imtihandır;   gençlik de,  ihtiyarlık da.  Bazen bunlardan biri olarak ya da bunlardan biriyle imtihan olabiliriz. Doğru olan  bunun bir yük değil, bizi yükseltecek bir sebep ve cennet için bir fırsat olabileceği düşüncesidir. Yani evinde ihtiyar olan sevinmeli, yetim olan sevinmeli, özürlü olan sevinmelidir.  “Belki bunlar beni cennete götürecek kişilerdir” diye.

Tamam, zordur belki bunlarla yaşamak. Ama ona göre sevabı da çoktur. Ya yarın biz ihtiyar olduğumuzda, kendimize nasıl davranılmasını isterdik; sevgi, saygı, hizmet, hürmet, hoşgörü…  O zaman bugün bunları ekelim, yarın yaşlılığımızda toplarız. Ama ebeveynim bana bunu yapmamış ki onlar hayırlı ebeveyn ol(a)mamış ki denilirse! Onlar çocuklarına karşı, bizler de ebeveynimize karşı sorumluluklarımızdan ayrı ayrı sorgulanacağız. Onlar kaybetmişse bizlerle imtihanını, bizler kaybetmeyelim onlarla olan imtihanımızı.

Ve hatırlayalım ilahi hitabı ve ikazı:
 “Rabbin…Anaya, babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa sakın onlara “Öf!” bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.” (İsra Suresi,23-24) 

Mezkûr konuyla ilgili mühim bir eser var: “Yaşlılığa Övgü” Yazarı Marino de Cavalli. Kitabının bir yerinde şöyle der: “İhtiyarlar, bir gemide oturmuş hiçbir iş yapmaz gibi görünen bir dümenciye benzerler. Çünkü geminin diğer mürettebatı bir aşağı bir yukarı devamlı çalışma hâlindedirler. Kimileri yelken toplar, kimi su çeker, kimi ipleri bağlar, kimi de serene çıkar. Fakat dümenci olduğu yerde durur. Onu görenler, hiçbir iş yapmadığını sanırlar hâlbuki geminin bütün sorumluluğu onun üzerindedir.”

Hülasa bugünün ihtiyarları dünün gençleri idi, bugünün gençleri de yarının müstakbel ihtiyarlarıdır. Filhakika kim yaşarsa yaşlılığı görecektir. 
 

Yorumlar 1

Yazarın Diğer Yazıları