Nihat KURTOĞLU

Yaşadığımız Cahiliyye Dönemi

Nihat KURTOĞLU

Bulunduğumuz yıl milattan sonra 2025. Aylardan Eylül.  Mevsimlerden son bahar. Günlerden 23 Eylül salı. Dünya Güneşten ayrılalı ortalama 4,7 milyar yıl oldu. Kendi ekseninde ve Güneşin etrafında dönüyor. Güneş ortalama 15 milyar yıldır yanıyor, dönüyor. Daha ne kadar yanacak ve dönecek kimse bilmiyor. Evrenin bir yaşı var ama kimse tam olarak bilmiyor. Bilim insanları uzayda galaksiler ve yıldızlar olduğunu söylüyorlar. Bazı yıldızların doğduğu ve bazılarının da öldüğü yani kara bir delikten geçip yok olduğunu söylüyorlar bilim adamları. Bunlardan bir kısmı Kur’an’da da var. Yani sözün özü muazzam bir yaratılış ve varlık alemi içinde küçücük bir zerreyiz. Bu muazzam yapının bir de muazzam bir dengesi var. İnce hesaplarla büyük bir güçle inşa edilmiş. Yapının mükemmelliği yapanın mükemmelliği anlamına gelir. Bu mükemmel Yaratıcının boyut ve buudunu insan ve diğer mahlukat idrak edemez. Orada vahiy devreye girer. Kalplerinde ve kafalarında maraz olmayan akl-ı selim sahipleri şartsız koşulsuz O’na iman eder ve teslim olurlar.

İnsanın ve insanlığın bu dünyaya nasıl ve ne şekilde ve ne zaman geldiği(var olduğu) veya yaşamaya başladığına dair doğru dürüst bir bilgi yok. Kimi diyor milyonlarca yıl önce. Kimi diyor insan Dünya’da yaşamaya 300 bin yıl önce başladı. 12 bin yıllık Göbeklitepe için “Tarihin sıfır notası” diyorlar. Daha öncesine dair kesin yeterli bilgi yok. Yerde mi, yoksa Cennette mi yaratıldık? Yahudiler bu soruya yeryüzünde diye, Müslümanlar Cennet’te diye cevap veriyorlar. İşte tam burada “ontololojik felsefe” anlam arayışı başlıyor, ancak akıl bir yere kadar. İnananlar açısından İslam dini ve diğer semavi denilen dinler cevap veriyor, sorulara o da dini kaynaklardan anlamaya ve hüküm çıkarmaya muktedir olanların akıl seviyelerine bağlı. Genelde semavi dinler bir yaratıcıdan bahsederken, Charles Darwin, Stephen Havking gibi birileri ve birçok ateist bilim insanı Tanrının olmadığı birçok teoride yer alıyorlardı.

İslam açısından vahyin akılla sorunu görünmüyor. Ancak diğer dinlerde “açıklanabiliyorsa bilim açıklanamıyorsa dindir.” şeklinde oturmuş bir anlayış var. İnsan eliyle yayılan hiçbir din vahiy kaynaklı da olsa çıktığı gün gibi arı duru kalmıyor. Zaman içinde kralların, din adamlarının ve insanların müdahaleleri ve  sebepler yüzünden saflığını ve özgünlüğünü yitiriyor. Farklı mecralara evriliyor. Bazı dinler bu bağlamda gerçeğe yönlendirmesi gerekirken müntesiplerini yanlış taraflara yönlendiriyor. Bazıları din adamlığı ve kilise teşkilatı, aforoz sistemi, din adamlarının af yetkisi vb. gibi şeylerle bağlılarının iradesini kendi tekeline alarak onları düşünemez bir mahluk, yani mankurtlar haline getiriyor. 

Allah adına affetme ve cezalandırma yetkisini papazlardan oluşan ruhban sınıfı ellerinde bulunduruyor. 1800’lü yıllarda böylesine çarpık sistemden büyük ölçüde kurtulan veya kurtulmaya başlayan Batı ülkeleri kökü hak, sonu batıl, bozuk ve despot dinden ve din anlayışlarına dayalı baskılardan ve zulümlerden Laiklik sayesinde kurtulmaya çalışıyor ve özgürleşiyorlar. Özgürleştikçe bilim ve teknolojiye daha çok ve sıkı sarılıyorlar. Daha yüzyıl geçmeden fersah fersah yol alıyorlar. Bilimde ve teknolojide Doğu’yu ve Doğu devletlerini geçiyor, nice ufuklara yelken açıyorlar. Batı’yı Hıristiyanlığın her türlü şirretinden ve şirketlerinden kurtaran laikliğin Doğu’da ve İslam ülkelerinde de bir çözüm getireceğini savunan kör taklitçilerin İslam’da laikliği gerektirecek hiçbir kurumun (Tanrı ile insan arasına kimsenin giremeyeceği, Ruhban sınıfı, Papazların af, aforoz, Cennetten arsa satma yetkisi vb.) olmadığını, yani laikliğin Müslümanlar için geçer akçe olmadığını anlamayacak kadar dinde (İslam) cahiller. Yani Hıristiyan Batı için köhne Hıristiyanlık ve ruhban sınıfının zulmünden kurtaran bir çeşit “Ab-ı Hayat” olabilen laikliğin Doğu ve İslam ülkeleri için toplumsal çözülme ve yıkılış için bir zehir, siyanür etkisi yapabileceği hiç düşünülmüyordu. (Not Laiklik inanç hürriyeti değil, dinin devletten ayrılması olarak alınmıştır.) 

Çünkü yapılanlar ve yapılmaya çalışılanlar “akl-ı selim” sahibi bir beyin veya beyinlerden sudur etmiş değil, doğrudan doğruya Batı kaynaklı bir projenin hayata geçirilmesi, uygulanmasıydı. Yapılan bu icraatlar ne Doğu’ya, ne binlerce yıl içinde yaşadığımız Doğu kültürüne, ne Türk töresine ve ne de Kur’an ve Sünnet referanslı Türk-İslam kültürüne, kısacası bu milletin tarihsel süreç ve süzgeçlerle oluşan genetiğine uygun değildir. Giydirilmeye çalışılan bu batı gömleği, Batılı galip ülkelerin dayattığı defakto uygulamalar, 1000 yıllık koca bir çınarı nasıl hak ile yeksan ettiğine bakılmaksızın topluma uygulanması bir nevi itikadi ve sosyal travmadır.   

Salatalık bile belli şartlarda yetişirken yaratılanların en şereflisi olan insan nasıl olurda kendi kendine yetişirdi. Öyle olsaydı Yaratan yüzbinlerden oluşan o koskoca peygamberler ordusuna neden görev versindi ki? Zaman zaman hayatlarına mal olan onca çileyi ne diye yaşamışlardı ki? Gönül isterdi ki, peygamberlik devam etseydi. Bugün bir peygamber olsaydı, Gazze’de ki 10 binlerce masum insan hunharca şehid edilebilir miydi? 100 binlerce müslüman evsiz barksız bırakılabilir miydi? Ne yazık ki 2 milyar Müslümandan bir peygamber icraatı çıkmıyor. Tarihin en karanlık zulüm ve zilletini yaşıyoruz bir avuç Siyonist Yahudi ve Evangelist Hıristiyan karşısında. Hatta batılı birçok devletin halkından protestolar yükseliyor, İslam ülkelerinden dişe dokunur bir icraat ne yazık ki yok. Ha birkaç kınama dışında.

Kur’an-ı Kerim’i iyi bilen, iyi anlayan ve dahi Allah’ın sünnetini (Sünnetullah) de iyi okuyan ve iyi anlayan, helak edilen kavimleri iyi okuyan ve iyi tanıyan herkes bilir ki, bu zulüm Müslümanların bir ve beraber olmalarına vesile olamazsa, Filistin meselesinde titreyip kendimize dönemezsek, kendimize gelemezsek, Allah biz Müslümanları çok ağır bir şekilde cezalandıracak, bertaraf edecek ve yerimize bizim gibi olmayan Allah’ı seven, zulümler karşısında susmayan, zalimler ve kafirlere yapılacak her türlü eyleme hazır, Cennet karşılığında canlarını ve mallarını Allah’a adayan ve Allah’ın da onları sevdiği, gerçek bir Müslüman ümmeti getirecek onlar Allah’ı sevecekler ve Allah da onları sevecek. Ya  Rabbi! senin gazabından yine sana sığınırız. Bizi rahmetinle yargıla. Aramızdaki beyinsizler yüzünden bizi helak etme!  Selam ve muhabbetle.

 

             

ASRIN CÂHİLİYYESİ

Nedir farkı bugünün “Asrı Cahiliye”den?

Değil mi bîhaberiz, “Nizam-ı İlâhî”den?!

 

Ömer kızını gömmüştü müşrikken toprağa,

Ulaşması ne mümkün, suyun çölde yaprağa.

 

Kürtaj daha mı hafif Allah’ın mizanında?

Öldürmekse bebeği annesinin karnında.

 

Peygamber çile çekti, efendiyken âleme,

Bütün dünya sağır, kör, taraf oldu zalime.

 

Yetişti iman gülü, çölde, susuz toprakta,

Hakk’ın emri üzere yemyeşildi yaprak da.

 

O’nun emri olursa dayanır mı düzenler?

Nasıl bâki kalırlar, küfr içinde yüzenler?!

 

Çileler birer birer duruyor zihinlerde,

Değişen tek isimler, herkes yerli yerinde!

 

Her an “Asr-ı Saadet” sen Müslüman olursan,

Dökülür Ebreheler Hak yolunu bulursan.

 

Çalışmanın zamanı, uyumanın hiç değil,

Müslüman gül gibidir, demirden çekiç değil.

 

Bekleme kurtarıcı inecek minareye,

Allah’ın çağrısının vakti yok beklemeye!..

 

                                               Nihat KURTOĞLU-KAYSERİ

                                                                 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları