
BİR DESTANIN ADI ÇANAKKALE
Rafet URAL
Çanakkale savaşı tarihimizin en önemli savaşlarından biridir. Bu savaş neticesinde binlerce askerimiz bu kutlu yolda şehit düşmüştür. Bu şehitlerimiz için Mehmet Akif Ersoy tarafından yazılan “Çanakkale Şehitlerine” şiiri ilk akıllara gelen şiirdir. Mehmet Akif Ersoy'un “Çanakkale Şehitlerine şiir yazmadan canımı alma Allah'ım” diye yakarışı kalplerimizi huzurla, göğsümüzü gururla dolduruyor.
Mehmet Akif Ersoy’un “Çanakkale Şehitlerine” yazdığı o muhteşem şiirini bilmeyenimiz yoktur.
…..
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultanı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran...
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;
Sen ki, a'sara gömülsen taşacaksın... Heyhat,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber. ”
M.Akif’in "Çanakkale Şehitlerine" adlı muhteşem şiiri Safahat’ın 6. kitabı olan Asım'da yer alır. Asım, hikayede geçen dört kahramandan biri olan Hocazade’ye söylettiği karşılıklı konuşmalar şeklinde bütün bir manzum hikayedir.
Dört bölüm halinde olan şiir; muharebe sahnesinin tasviriyle başlar, düşmanın hem sayıca çokluğu, hem de bir araya gelmiş milletlerin çeşitliliği karşısında Mehmetçiğin kahramanlığı ile devleşerek devam eder. Batı'nın yirminci asırda medeniyet adına yaptığı zulüm ve işkence tabloları çizilir. Nihayet, bu savaş sahnelerinin asıl kahramanına sıra gelir. Akif, bu kahraman iradesini, gücünü ve bu irade ile gücün ilahi kaynağını tasvir ettikten sonra, şahadet faslına gelir. Akif, şiirde sanatının bütün ustalığını göstererek harikulade mukayeseler, teşbihler yaparak şiirin bu son kısmı olan dördüncü bölümde yurdunu korumak için can veren insanların şehitlikle müjdelenişi ile son bulur.
"Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber, Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber..."
Son mısrasında şehitlerin cennette Peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.v)'le birlikte olacakları dile getirilir.
M. Akif özlediği, idealize ettiği gençliği Asım'la sembolleştirir;
Akif, bu nesle "Asım'ın nesli" der. Bu duygu ve ideal sistemi, şiirin genelinde önemli bir yer tutar.
Asım'ın Nesli: İnançlı, imanlı, vatansever, güzel ahlaka sahip, milliyetçi, kafasını Batı’nın ilmiyle, fenniyle ve tekniğiyle donatmış, gönlünü ve kalbini Doğu'nun inancıyla, ruh zenginliğiyle süslemiş Müslüman Türk gencidir. Akif, böyle idealize ettiği ve yücelttiği bir kahramanı, Çanakkale'de şehit olanlarla da özdeşleştirir.
"Asım 'ın nesli... Diyordum ya... Nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek."
Diyerek, Asım'ın neslinin Çanakkale'de düşmana karşı nasıl bir destan vücuda getirdiğini, nasıl devleştiğini, ifade eder. Onları destanlaştırır.
Milletlerin hayatında derin izler bırakan böyle destansı hadisler az sayıdadır. Türk tarihi gerçek anlamda bu şekilde destansı başarılarla doludur. Çanakkale Savaşı da Dünya tarihi açısından bir destandır.
1.Dünya savaşında bir cephe olarak başlayan ama savaşın büyüklüğü ve savaşın sonuçları düşünüldüğünde büyük bir öneme haiz olduğu anlaşılmaktadır. Zira bu savaşa yaklaşık 450.000 ile 500.000 arasında bir katılımın olduğu düşünüldüğünde ufacık bir kara parçasına bu kadar askerin savaşmak için gelmesi Çanakkale Savaşı’na dünyada eşine az rastlanır bir savaş olma hüviyetini kazandırır.
Rakamlar ile devam edecek olursak;Savaşa katılan asker sayısıyla birlikte savaşta Türk askerinin kaybının ( şehit, yaralı, hasta, esir ve kaybolan) 179.000 olduğu ve bu savaşın düşman açısından (ölü,tutsak,kayıp) 43.000 ve yaralı sayısının 72.000 kişiye( 1. Dünya Harbinde Türk Harbi, V. Cilt, 3. Kitap) mal olduğu gerçeği bu ifadenin anlamını net bir şekilde karşımıza çıkarmaktadır.
Kimi Hindu kimi Afrika coğrafyasının milletlerinden, Güney Yarımküreden; Türkler hakkında en ufak bir bilgiye bile sahip olmayan insanlara Türkleri barbar, insan yiyen bir kavim olarak anlatıyorlardı. Onları dünyanın kurtuluşu için mücadele etmeleri yalanına inandırmışlardı. Hani insanın bir amacı olur ve o amaç çevresinde çaba sarf eder. Çanakkale’ye gelenler niçin geldiklerini bilmiyorlardı. “Sizi daha iyi yaşatmak için Avrupa’ya götürüyoruz.” yalanlarıyla kandırarak getirmişlerdi. Savaşta ki taraflar birbirlerini bile tanımıyorlardı. Avustralyalı, Yeni Zelandalı, Hintli; renkleri, dilleri, çehreleri farklı milletler bir aradaydılar. Ama tek ortak noktaları vardı. Bir vahşeti gerçekleştirmek için buradaydılar.
Topraklarımızı baştan sona işgale niyetlenen düşman kuvvetleri Çanakkale'nin geçilmezliğini en başta denizde görmüştür. Boğazı geçmek için denizden envai çeşit donanması ile harekata geçen düşman askeri burada ağır bir mağlubiyet yaşadı. Bu mağlubiyette en büyük pay sahibi hiç şüphesiz Seyit Onbaşıdır.
Döneminin en büyük savaş gemilerinden sayılan Ocean zırhlısı, Seyit Onbaşı’nın isabetli top atışı ile kısa sürede alabora oldu ve battı.
Gelibolu yarımadasının boğaza bakan sırtında yazılı olan "Çanakkale Geçilmez" gerçeğini 18 Mart 1915'te dünyaya haykırdık…
Dünya üzerindeki en büyük donanmaya sahip İngiltere boğazda ağır bir mağlubiyet yaşamıştı. Bu sebeple İtilaf Devletleri arasında da büyük bir itibar kaybı yaşamıştı.
Denizden geçemeyeceğini anlayan düşman kuvvetleri karadan saldırı hazırlıklarına başlamıştı. Yalnız hesaba katmadığı bir gerçek vardı. Gelibolu yarımadasında metrekareye 6.000 mermi düştüğü halde, gözünü budaktan esirgemeden düşman üzerine yürüyebilen Mehmetçik vardı.
Bu çıkarma harekatına karşı mermisi biten Mehmetçik, süngü ile karşı koymuştur. Muharebenin en kritik ve buhranlı anları bu anlar olmuştur. Daha sonraki günlerde de düşman, Kahraman Mehmetçik karşısında adım atamaz hale gelmiş, artık mevzi savaşları başlamıştı. Taraflar siperlerde başlarını bile kaldıramaz halde idiler. Savaş adeta kilitlenmişti.
Anafartalar’da Conkbayırı’nda yine göğüs göğse muharebeler cereyan etti. Siperler arasında ki mesafe yer yer 8-10 metreye kadar düştü.
Sonunda düşman 9 Ocak 1916’da Boğazı da, yarımadayı da esas sahiplerine bıraktılar ve yardım edemedikleri Rusya’yı da kaderine terk edip gittiler. Bu 9 ay süren savaş, dünyanın en güçlü ve yenilmez olarak nitelenen ordusunun Avrupa’nın “Hasta Adam” olarak gördüğü Osmanlı Devleti önünde uğradığı büyük bir hezimetti. Çanakkale Boğazı’nı geçemeyen İngiltere ve Fransa, modern anlamdaki ilk çıkarma harekatıyla Osmanlı’yı kolayca saf dışı edeceklerini değerlendirmişlerdi.
Ama evdeki hesap çarşıya uymamıştı.
Çanakkale Zaferi, topraklarımızı işgal ve Türk milletini yok etmek isteyen, üstün silah gücüne sahip devletlere karşı kazanılmış, tarihimize altın harflerle yazdığımız büyük bir zaferdir.
Bu destansı zaferin temelinde sağlam bir inanç, büyük bir vatan aşkı ve özgürlük tutkusu vardır.
Çanakkale Destanı; Anadolu insanının irfanı, basireti ve ferasetini çok daha iyi anlamamızı sağlıyor. Bu durum tarih boyunca da böyle olmuştur. Bu toprakların her karışı, uğrunda şehit olan, vatan evlatlarının kanı ile sulanmıştır.
Aslında tüm dünya milletleri kaç kere şahit oldu bizim vatan sevdamıza; Çanakkale’de, Kut’ül Amare’de, Kurtuluş Savaşı’nda…
Çünkü “Söz konusu vatansa gerisi teferruattır…” bizim için.
En yakın 15 Temmuz gecesi, tüm dünya ve içimizdeki vatansızlar iyi anladı, bizim için vatan denildi mi akan suların durduğunu.
Ne mutlu bu vatan için can verenlere…
Ne mutlu bu kutlu davanın yolcularına…
Rafet URAL
[email protected]