Bir Hafta Bir Yazar: Osman UTKAN
Fildişi kulelerde yalnızca fikir üretmek yerine, şiirin kulelerinde mazlumların yanında durmak için sözün gücünü kullanan bir şair… Hem teorinin derinliğine hem de mısraların sükûnetine âşina bir düşünce yolcusu… İletişimi yalnızca bir meslek değil, bir meşrep ve duruş olarak gören bir aktivist… Munis, mütevazı ve münevver bir insan.
Sayın Osman Hocam, öncelikle sizleri tanıyabilir miyiz?
Memnuniyetle. Bendeniz biraz şairane bir giriş yapalım istiyorum.
İlim Gazidir (Gaziantep); Aslım Şanlıdır (Şanlıurfa)
İlçem Nizip'tir; Köyüm kanlıdır (Kanlıavşar)
Şiir kitabımın arka kapağında olan bu mısra ile kendimi tanımlamıştım. Kanlıavşar'da 1976 senesinde dünyaya gelmişim. Doğum yılım doğru ama hangi ay hangi gün doğduğum net değil. Şimdilerde herkes çocuklarının hangi saatte ve hangi dakikada doğduğunu dahi bilmektedirler. Ben anneme hangi gün doğduğumu sorduğumda rahmetli, 'Bilmiyorum oğlum! Yağmurlu bir gündü.' demişti. Haliyle burcumu da doğru dürüst bilmedim. Burcumu soranlar oluyor bazen. Onlara annemin dediği gibi diyorum: 'Bilmiyorum ama yağmurlu bir bahar günü doğmuşum.' derim şakayla.
İlkokul ve liseyi Nizip'te okudum. Nizip İmam Hatip Lisesi'nden mezun oldum. Lise yıllarım çok güzel yıllardı. Çünkü okumayla geçen yıllardı. Arkadaş ortamımız harikaydı. Öğretmenlerimiz idealist kişilerdi. Lise bizleri yetiştirdi, diyebilirim. Okul bittiğinde yüzlerce kitap okumuştum.
Okuldan sonraki sene İstanbul'da seyyar satıcılık yaptım. Okul yıllarında da yaz tatillerinde mutlaka bir işte çalışırdım. Bizim çevrede herkes öyleydi. Yaz boyunca çalışıp okul masraflarımızı çıkarmayı başarırdık. Yani o da bir pantolon, bir gömlek bir de ayakkabı ve kırtasiye masraflarımız…
Seyyarda halka tatlısı ve baklava satardım. O sene sokaklarda zor bir kış geçirdim. Bahar geldiğinde üniversite okumak istediğim için işi bırakıp Nizip'e döndüm ve üç dört ay üniversite sınavına hazırlandım. Selçuk Üniversitesi, İletişim Fakültesini kazandım. O zamanlar iletişim fakülteleri yeni kurulmuştu ve revaçta idi. Konya'da iyisiyle kötüsüyle beş yılım geçti.
İletişimi bitirdikten sonra yolumuz Kayseri'ye düştü. Erciyes Üniversitesi'nde akademisyen olarak çalışmaya başladım. Üniversitemiz ayrılınca Kayseri Üniversitesi'ne geçmiş oldum. Mustafa Çıkrıkçıoğlu MYO'da öğretim üyesi olarak çalışmaktayım. Evliyim ve iki çocuk babasıyım.
Hocam yazma serüveni nasıl başladı? Yazma isteği ve yeteneğinin oluşmasında kimlerin katkı ve yönlendirmesi oldu?
Ortaokul yıllarıydı. O gece hiç uyumamıştım. Babamla birlikte televizyonda haberlere bakıyorduk. 1991 Yılında Amerika Irak'a müdahale ediyordu. Körfez savaşı yıllarıydı. Sadece TRT yayınları vardı. CNN'in dünyaya servis ettiği canlı yayını korku dolu gözlerle izlemiştim. Bağdat'a o akşam, o kadar çok bomba atılıyordu ki sunucu atılan bombaları havai fişeklere benzetiyordu. Eli kanlı katiller atılan bombalara sevinirken o savaşta milyonlarca insan hayatını kaybetmişti oysa.
Bir çocuk olarak yaşanan bu zulüm çok zoruma gitmişti. O hafta ilk şiirimi (şiir denirse tabi) yazmıştım. Tamı tamına altı sayfa çizgili kğıdı önlü arkalı doldurmuştum. 'Dert adamı söyletir' derler ya aynen de öyle olmuştu. Bu dert ile beraber yazmaya başladım.
Benim yazmama –latife olsun- Amerika sebep oldu. Onların barbarlıklarına karşı bir söz söylemek için yazdım. O gündür, bu gündür yazıyorum.
Osman Hocam, yazma tutkusu olan, yazar olma hayalleri taşıyan her yaştaki insanlara neler tavsiye edersiniz?
'Yazmak için ilham beklemeyin.' derim. Çünkü ne yazmak için ne de okumak için asla ideal zamanlar olmayacaktır. Bu yüzden nerden başlarsanız başlayın. Mükemmel olmayı da beklemeyin. Asla bu olmayacaktır, zaten. Hangi iş olursa olsun zirveden başlanmıyor. Yazmak işi de bundan çok farklı değil. Bir unundan tutup başlamak gerek. Yazdıkça daha iyi yazmaya başlayacağız. Her yazımız bir öncekine göre farklı ve daha iyi düzeyde olacaktır. Yeter ki yazmaya devam edelim.
'Yazdıklarımıza insanlar nasıl bakar?' diye de derde düşmeyi anlamsız ve yersiz buluyorum. İnsanların beğenisi ya da tenkitleri olabilir. Her işte bu böyledir. İnsanlar bir şey ortaya koyduklarında eleştirilir. Bir şey yoksa kimseler bir şeyler demeyecektir. Eleştiriler olursa ki bu eleştiriler yerindeyse dikkate alalım. Yok eğer haksızca yapılmış ise kulak arkası edelim ve yolumuza devam edelim.
Yazdıklarımızda kimseyle yarışmayalım. Kıyaslamak en büyük kötülüktür kişinin kendisine. Yarışımız var ise kendimizle olmalı, diye düşünüyorum. Her giden gün kendimizi aşmaya bakalım. Bir gün gelir ki en önde koşanlardan oluveririz belki de.
Sizlerin kitaplarınızın veya eserlerinizin isimlerini öğrenebilir miyiz?
Şiirle yazmaya başladığımı belirtmiştim. İlk kitabım da şiir kitabı oldu. 'Hikmet müminin yitik malıdır. Nerde bulursa alır.' Hadis-i Şerif'inden mülhem, kitabımın ismini 'Yitik Şiirler' koydum.
Diğer kitabım akademik bir kitap. 'Siyasal Halkla İlişkiler' isimli kitabım akademik çalışma alanım olan 'siyasal iletişim' ile ilgilidir. Basılı bu kitaplardan sonra yazdıklarımı da kitaplaştırma düşüncem var. Hali hazırda şiir, deneme, hikye olmak üzere beş kitap basılmaya hazır beklemektedir. Akademik olarak da iki kitap hazırlamaktayım. Uygun zaman gelirse, önümüzdeki yıllara çıkarsak yayımlayacağız inşallah.
Osman Hocam yazarlık serüveniniz de unutamadığınız bir hatıranızı paylaşabilir misiniz?
Öğretmenler günüydü. İlkokul öğretmenimi yazmıştım. İlk iki yıl okuma yazma öğrenememiştim. Öğretmenim beni bu yüzden çok dövmüştü. Bir de geri zeklı muamelesi yapmış ve sınıftan tecrit etmişti. Çok zoruma gitmişti o yaşadıklarım. Yıllar sonra ilkokul öğretmenimi yazmıştım. Yaşadıklarıma dair üç yazı yazdım. Yazarken ağlamıştım. Okuyanlar da ağladıklarını ifade etmişlerdi.
Yazıları okuyan çok yakın dostum, aynı zamanda Nizip İmam Hatip Lisesi'den arkadaşım, Casım Çoban beni arayarak, çok güzel bir espri patlatmıştı: 'Abi bu öğretmenin adını söyle ne olur! Yaşıyorsa kapısına gidelim. Ölmüşse mezarına gidelim. Neyse gereğini yapalım. Yok böyle bir dünya!' Hala aklıma geldikçe gülerim.
Osman Hocam, söyleşi için teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim.