Dile Dökülen Acı: Kayseri İncesu'dan Ağıtlar
Yazan: Aysel Özen
Aşıp aşıp gider, yaylanın yolu
Sihile dayanmaz, Erciyes'in gülü
Alı koyum da karalar bağlayım.
Ne deyim de ağlayım, kaderim böyleymiş.
Eridi mi günden
Erciyes'in karı buzu
Ben sana ne yaptım da zalim ecel
Yaslı koydun gelinkızı
Ağıt; acı, hüzün ve kederin türkü gibi söylenerek ağlamayla karışık dışa vurumudur. Genelde kadınlar tarafından genç ölümler, çok sevilen anne, baba, kardeş gibi yakın akrabaların ölümleri, ayrılıklar, sıla hasreti ve beklenmeyen acı olaylar karşısında söylenir. Çoğunlukla ölü evinde ağlayarak söylenen ağıtlar, hüzünlü olsa da ağlayamayan kişilere dokunur, onları da ağlatır.
Şiir gibi olmasına karşın söyleyenler şair olmadığı gibi vezin ve kafiyeye de dikkat edilmeden doğaçlama söylenen ağıtlar, o andaki üzüntülü ruh halini yansıtır. Herkes kendi ağıtını kendi yakar. Sadece o ana özel bu ağıtlar, bir düzen kaygısı taşımazlar. Bir yere yazılıp da tekrar söylenmezler. Unutulamayanlar, kulaktan kulağa aktarılır.
Çok sevdiğin biri bir gün çok uzaklara gider. Günler, aylar, hatta yıllar geçer ama o gelmez. Sen gidemezsin. Öyle bir ayrılık ateşi çöker ki içine, bunu dile dökmek artık kaçınılmaz olur. Oturursun bir köşeye, başlarsın yüksek sesle derdine yamaya. Ağıt'ında; hasretinin yüzü döner aya, sözleri bala. Esen rüzgarda onun kokusunun hissedersin. Elini uzatasın tutacak gibisindir ama uzun yollar vardır arada. Ona kavuşamamanın verdiği açıyla dilimden dökülür nağmeler. Varsa yayında arkadaşın, dostun ona da bu melankolik hale daldırırsın. İster istemez yaşlar süzülür yanağından. Ama yine de içinde bir kavuşma ümidi vardır. Bu da dökülür nağmelere. Ya dönülmez yollara gitmişse sevdiğin. Bu ister yarin olsun, ister anan, ister baban, isterse kardeşin... Hele bir de bakmaya doyamadığın yavrunsa... İşte o zaman içinde patlayan volkanları durduramazsın. Hele öyle bir kültürde yetiştiysen, o zamana kadar iki dörtlük dahi dökülmediyse bile dilinden, bir anda kendini ağıt eder bulursun. Sen onu kafanda şekillendirmemişsindir aslında. Ne odadaki seni teselli etmeye gelen arkadaşların durdurabilir seni, ne de sen kendini. Ağzından dökülen ağıtlar yanardağdan çıkan lavlar gibi onlarında yüreklerini yakar. Bu lavı söndürmek için gözlerinden yaşlar sel olur akar. Sonunda sen de biraz rahatlamışsındır, dostun da. 'İnsan insanın ağısını (zehirini) alır.' demişler. Zehir ne kadar acıysa da panzehiri olan dil, onun acısını alır. Gönülden söylenen bu dizelere İncesu'da değişet adı verilmektedir. Aşağıda değişet / ağıt örnekleri bulunmaktadır.
Askerde iken hastalanıp 1980 yılında vefat eden Şahin Aykar için yakılan ağıt:
Yaylasına vardım, yaylası otlu
Suyunu içtim, uyu tatlı
Oğlan gelir samur kürklü
Ne deyim de ağlayım, kaderim böyleymiş.
Ağ koyun da koşanın da koşulu
Yoz davarının üstü aşılı
Oğlan gelir boynu poşulu
Ben ağlamayım da kimler ağlasın?
Aşıp aşıp gider, yaylanın yolu
Sihile dayanmaz, Erciyes'in gülü
Alı koyum da karalar bağlayım.
Ne deyim de ağlayım, kaderim böyleymiş.
Yaylanın yolları diken değil mi?
Dikenin üstünde güller biter mi?
Oğlansız evler de günler geçer mı?
Ben ağlamayım da kimler ağlasın?
Bizim koyun da tuz taşına gelmiyor
Arayıp da kuzusunu bulmuyor
Ellerin kuzusu da kuzu olmuyor
Ben ağlamayım da kimler ağlasın?
Yüksekten götürün, gençin ölüsü
Çiçekler donatın, tabut dolusu
Ağlayan anası, bacısı
Ne deyim de ağlayım, kaderim böyleymiş.
Nişanlıyken ölen damat için yakılan ağıt:
Şu yaylanın güne yüzü
Gün vurdukça erir buzu
Kör olasın zalim ecel
Yansız koydun gelinkızı
Ölen dedim ölemedim
Bir murada eremedim.
Ecel almış nazlı yari
Muradıma eremedim.
Erciyes'in karı buzu
Eridi mi günden
Ben sana ne yaptım da zalim ecel
Yaslı koydun gelinkızı
Kocasına, genç eşi tarafından yakılan ağıt:
Evlerinin önü küllük
Küllükte yatıyor pulluk
Daha yaşım yirmi beş idi
Bana yakışır mı dulluk?
Akan sular akışır mı?
Bakan gözler kamaşır mı?
Daha yirmi beşti yaşım
Bana dulluk yakışır mı?
Ölüm döşeğinde yatan bir hastaya yakılan ağıt:
El yazıya, el yazıya
Duman çökmüş çöl yazıya
Ben de kurbanlar olayım
Beşikte yatan kuzuya
El veriyor, el veriyor
Orta direk bel veriyor,
Döndüm baktım sağ yanıma
Hacı Bey'im can veriyor
1920'li yıllarda Hacı Vali'nin oğlu Mustafa ile Leylefer (Nilüfer) evlenirler. 20-25 günlük evliiken, daha gelinin elinde kınaları solmadan eşi Mustafa genç yaşta ölür. Babası Hacı Vali tarafından yakılan ağıtlardan bir bölümü:
Seher vakti doğan yıldız
Ah çekerim gece gündüz
Seher vakti doğan yıldız
Ölüme çare bulunur mu?
Ala at ahırda kişniyor
Arpa yemez, musulu dişliyor
Döndüm baktım sağ yanıma
Mustafa'm can veriyor
Mustafa için analığı (üvey annesi) tarafından yakılan ağıt:
Uzun olur devemizin urganı
Kısa geldi Leylefer'in yorganı
Dokuz devede Mustafa'mın kurbanı
İnin kuşlar inin kepir taşına
Leylefer gelmesin koşan başına
İrili ufaklı da yaylamızın taşları
Kalem gibiydi de Mustafa'mın kaşları
İki topak da Leylefer'in saçları
İnin kuşlar inin Kepir taşına
Leylefer de gelmesin koşan başına
Çobanlar da bakmasın hilal kaşına
Makinalar da dikişleri dolaşır
Karalı haber de Garipçe'ye ulaşır
Vali babanın da dili dolaşır
İnin kuşlar inin Kepir taşına
Leylefer de gelmesin koşan başına
İstanbul'a para savdım saz geldi
Dokuz beşli de ak gerdana az geldi
Leylefer de bize kademsiz geldi
İnin kuşlar inin Kepir taşına
Leylefer de gelmesin koşan başına
***
Koyun gelir kuzuyla
Ayağının tozuyla
Leylefer'im suya gitmiş
Yanı çifte kuzusuyla
Leylefer oturmuş taşın üstüne
Al yazma bağlamış kaşın üstüne
Leylefer'in koyunu geliyor içi közzüklü
Leylefer geliyor çuha dizlikli
Çoban geliyor beli azzıklı
1960'lı yıllarda çok güzel bir kız vardır. Bu kız tarafından reddedilen bir genç ve arkadaşları, kızın komşularına yalvararak cacık (madımak) toplamak için Tuz Deresi civarına kızı getirmelerini isterler. Hiçbir şeyden haberi olmayan, kız komşularla cacığa gider. Ansızın kadınların önlerine çıkarak kızı yakalayan gençler, kadınların korkudan kaçışmasıyla birlikte kızı bıçaklayarak öldürürler. Bu kız için yakılan ağıttan bir bölüm:
Tuz deresi derler de bir ıssız dere
Yedim bıçağı serildim yere
Benim bu halimi dostlarım göre
Alın destanımı kalmasın yerde.
Keşke yağmur yağsa da ıslansaydım
Bir çoban görse de seslenseydim
Kanlı derelerde de ıslansaydım
Şu benim halimi gören ağlasın
Kaynak: (Ağıt Kitabı, Emine Gürsoy Naskali, Kitabevi)