İSLAM'A BÜYÜK BİR DÜŞMANLIK DUYUYORLAR
Bir dizi ziyaretlerde bulunmak için Kayseri'de bulunan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın danışmanı ve eski Avrupa Milli Görüş Teşkilatı Başkanı Ali Yüksel ile yaptığımız röportajda, Erbakan Hoca'dan Selahattin Hocamıza, Avrupa'da İslam'a bakış açısından, Avrupa'da Milli Görüş Teşkilatı'nın etkinliklerine kadar bir çok konuyu konuştuk. Soluksuz okuyacağınız bu röportajın ilk kısmı sizlerle
Erbakan Hocamız her işin başında besmele çekmemizi, bu sünnete riayet etmemizi söylerdi. Besmelemizi onu yad ederek çekelim ve röportajımıza başlayalım inşallah
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Öncelikle hoş geldiniz. Kayseri'ye sebeb-i ziyaretinizi öğrenebilir miyiz?
Hoşbulduk. Bir dostumun burada nikahı vardı. Bu nikaha katılmak üzere geldim. Bu vesile ile bazı ziyaretler yapıyoruz. Bir de eski Pınarbaşı müftülerinden, Avrupa'da birlikte çalıştığımız, teşkilatımıza çok büyük hizmetler vermiş Selahaddin Hocamızın bayramın birinci günü vefat etmesi münasebetiyle ailesine başsağlığı dilemek istedik.
Öncelikle biyografinizi şu şekilde aktarmak istiyorum. 1949 Antalya doğumlusunuz. İstanbul İlahiyat Fakültesi'ni bitirdikten sonra Antalya ve Çatalca'da müftülük yaptınız. 1973-75 yılları arasında Diyanet İşleri Başkanlığı Olgunlaştırma Dairesi Müdür Yardımcılığı görevinde bulundunuz. 1978'de Antalya'da din bilgisi ve ahlak dersleri öğretmenliği yaparken ihtisas için Almanya'ya gittiniz. 1985 senesinde AMGT Genel Sekreteri ve 1995 senesinde AMGT Genel Başkanı oldunuz. 1991'de de 'Avrupa Şeyhülislamı' ilan edildiniz. Şuanda Başbakan'ımızın danışmanlığını yapıyorsunuz. Avrupa milli görüş teşkilatı başkanlığı yaptınız ve dolayısı ile Erbakan Hocamızı yakından tanıyorsunuz. Bizlere onu anlatmanızı istesek neler söylersiniz?
Erbakan hocamız bu işlere niyetlendiği sırada ben Antalya Milliyetçi Hareket Partisinde kaydı olan bir talebeydim. İstanbul'da okuyordum. Erbakan Hocamızın islam ve ilim üzerine yaptığı konferanslar neticesinde onu çok sevdik, takdir ettik. Bize 'özgüven' verdi. Şuan belki yavaş yavaş öğretiliyor ama Bizler geçmişte, sanki müslümanlar hiç bir şey yapmadı, sanki ilim dünyası ile ilgileri yok, geri kaldı, hep batı bu işleri yürütüyor gibi bir hava içerisinde yetiştirildik. Fakat Erbakan hocamız geçmişteki Müslüman alimlerin, müslümanların ilim dünyasına olan hizmetlerini anlatan bir seri konferans verdi ve bizler o konferanslarla katıldık. O konferanslar küçük kitapçık halinde de basılmıştı. Onları okuyunca ve de dinleyince 'bizim yerimiz burasıdır' dedik ve Erbakan Hocamızın peşine takıldık. Sonrasında Milli Selamet Dönemi'nde Türkiye'deydik ama 1978 de Avrupa'ya gittik Refah döneminde orada hizmete devam ettik. Beraber çalıştık. 1985 senesinde, Hocamızın hapisten çıktıktan sonra Avrupa'ya ilk ziyaretinde Almanya'da ki kardeşi Akgün Erbakan'ın evindeydik. Konuşurken, Milli Nizam Partisinin niye kapandığını anlattı. Bir gün parti merkezinde otururken iki kişi yanına gelmiş. Yahudi cemaatindenmişler. 'Bana dediler ki' dedi ''Sizi tanıyoruz, biliyoruz. Eğer bize zarar vermezseniz partinizin bir geleceği olur. Yoksa bir geleceği olmaz' diyerek aba altından sopa gösterdiler. Bende o zaman dedim ki 'La havle vela kuvvete illa billah' Her türlü güç ve kuvvet Allah'a aittir.' dedik dedi. Ve nitekim biliyorsunuz ki İzmir'de ki bir şiir münasebetiyle yani eften püften sebeplerle parti kapatıldı. Allah rahmet eylesin, Erbakan hocamız durmadan çalışan, en kötü şartlar altında bile ümitsizliğe düşmeyen bir yapıya sahipti. Gerçek manada, gerçek bir liderdi. 1987 seçimlerini hatırlıyorum. Bende Antalya'dan ikinci bölgeden adaydım. Tabi, seçimler olduktan sonra barajı aşamadık. O sırada Ecevit istifa etti, Türkeş istifa edeceğini duyurdu. Erbakan hocamıza da geldiler dediler ki 'Ecevit istifa etti, Türkeş istifa edeceğini beyan etti. Siz ne düşünüyorsunuz, istifa edecek misiniz?'. Hocamız dedi ki 'bu netice bize şunu öğretmiştir; daha çok ve daha disiplinli çalışmamız gerekiyor'. İstifa düşüncesi olmadığı gibi daha çok çalışmaya karar vermişti.
Erbakan Hocamız ile ilgili anlatmak istediğiniz özel bir anınız var mı?
1985'den sonra ben Avrupa milli görüş teşkilatlarında genel sekreterdim. Biraz önce söylediğim mesele ilk defa Avrupaya geldi. O zaman bir dizi programlar yaptık.Bir gün içinde gittiğimiz yerlerde ikişer program yapıyorduk. Her biri bir buçuk iki saat kadar sürüyordu. Birisi üyelerimize, birisi herkese açık. Oradan Hannover'e(Almanya'da bir eyalet) geçildi. Bahsettiğim gibi iki program burada yapıldı. İkişerden 4 saat program yapıldığını düşünün. Oradan da benimde evimin olduğu Kamen eyaletine geçildi. Orada da önce üyelere sonrasında herkese iki porgram yapıldı. Yollar da geçen zamanı da ekleyip ne kadar yorulunduğunu bir düşünün. Biz o zamanlar gençtik. Bizler yorgunluktan dokunulsa yıkılacak vaziyetteydik ama Erbakan hocam kürsüye öyle bir çıkıyordu ki sanki ilk konferansıymış gibi canlı canlı ve heyecanla anlatıyordu. O gün akşam yemeğini gece yarısı saat iki de yiyebildik. Sonrasında da bizim orada kızlar için yaptığımız bir kurs vardı, orada Hocamızı misafir edecektik. Bende o gün kendi evimde kalmadım. Hocamlarla beraber kursta kalacaktım. Aslı Kayserili Mustafa Efe hocamız vardı. Eski Kırıkkale müftüsü fetva heyeti başkanımızdı. O da konferans sırasında Erbakan hocamıza yetiştirdiği talebelerini sabah namazından sonra dinlemesi için bir ricada bulundu. Hocamız da kıramadı, kabul etti. Gece saat 2'de yemek yedik, yatmaya gittiğimizde saat 3'dü, 5 gibi sabah namazı için kalkılacaktı ve arkasından hocamız öğrencileri dinlemeye gidecekti. O zaman alarm için telefon veya kurabileceğimiz bir saat yoktu. Bu yüzden ya kalkamazsam düşüncesi ile tedirgin yattım. Uykuya dalınca birden uyanıyorum, acaba vakit geçti mi diye saate bakıyorum ve henüz 15- 20 dakika geçmiş oluyordu. En az 4-5 kere bu şekilde uyandım. Saat 5 olunca hocamı kaldırayım abdest alıp hazırlansın diye kapısına vurduğum da 'Ali Yüksel sen misin?' dedi. 'Evet hocam benim' dedim, 'Tamam geliyorum' dedi. Ben hemen abdestimi alıp hazırlanacağımı söyledim fakat o çoktan abdestini almış, hazır vaziyetteydi. İnanamadım. Hep birlikte camiye gittik. Namazı kıldıktan sonra kendisi Mustafa Efe hocamızın talebelerini dinlemeye başladı. Bu arada Hocamızın abisinin oğlu -ki benden sonra Avrupa Milli Görüş'ün genel başkanı oldu- yanımda oturuyordu. Hocam hiç yorulmamış gibi talebeleri dinlerken Mehmet Sabri Erbakan birden bire yorgunluktan devrili verdi. Biz gençler artık hocam bir gitse de dinlensek demeye başladık. Hocamızı uğurlayınca ben hemen eve gittim. Hanıma beni namaza kadar kaldırmamasını söyledim ve hemen yattım. Yani hocamız hiç yorulmadan, hiç dinlenmeden bu ümmet ve bu dava için çalışan büyük bir liderdi.
Avrupa'da milli görüş teşkilatının etkinlikleri ve faaliyetleri nelerdir?
İşçilerimiz Türkiye'den Avrupa'ya gönderilirken devlet ve hükümet, onların hiçbir ihtiyaçlarını düşünmemiş. Özellikle de manevi eğitimlerini. Buradan göndermişler, oralarda işçi yurtlarında vs yerlerde kalmışlar. Namaz kılacakları yerler yok, toplanabilecekleri bir yer yok, tamamen sahipsiz kalmışlar. İşte bu arada dini yönden hassasiyeti olan kardeşlerimiz 'namaz kılacak yer ayarlayalım, bir derneğimiz olsun' düşüncesi ile teşkilatlar kurmuşlar daha sonrada Erbakan Hocamızla iletişim kurmuşlar. Böylece Avrupa'da Milli Görüş Teşkilatları oluşmuş oldu. 1978'de biz gittiğimiz de Avrupa Milli Görüş Teşkilatı adı altında faaliyet gösteriyorlardı. Bizden önce de kardeşlerimiz orada çok hizmetler verdiler. Yaptıkları hizmetler ise orada cami açmak, dernek açmak, insanların ibadet ihtiyaçlarını giderebilecekleri imkanlar sunmaktır. İlk sıralar da Avrupa'da çocukların güzel yetişmesi için, Kur'an-ı Kerim öğrenmeleri için bir ihtiyaç hasıl olmuş. O çocukları okutuyorlardı. Önceleri kimse çocuklarını getirmediyse bile sonraları insanlar çocuklarını ve eşlerini de getirmeye başladılar.
Teşkilatınıza ilgi nasıldı?
İlgi oldukça iyiydi çünkü ciddi bir açlık vardı. Gerçi çok zorluklar ve imknsızlıklar vardı ama fedakr insanlar bu faaliyetleri desteklediler. Avrupa Milli Görüş Teşkilatları Avrupa'da, Türkiye'den giden insanların manevi ve kültürel ihtiyaçlarını giderebilmeleri için her türlü çalışmaları yaptı.
Avrupa'da İslam'a olan yaklaşım nasıl? Biz gündemimiz onlara nasıl görülüyor?
Aslında ilk giden işçilerimiz büyük bir fırsatı kaçırdılar. Çünkü Avrupalılar 'Osmanlı'nın torunları geliyor' diye gözlerinde büyüttükleri, değer verdikleri kişiler geliyor diye beklediler. Bir çok yerlerde törenlerle karşılamışlar. Aradan geçen zamanla fark etmişler ki bu gelenlerin Osmanlı ile alakası yok. Onların bekledikleri, hayran oldukları, tarihten bildikleri o eski asalet yok. Tabi büyük bir hayal kırıklığına uğramışlar. Şimdiler de yeniden bu imajı düzeltmek çok zor tabi ki. Bu bakımdan zorluklar çekildi. O zamanlar biz baktık ki Almanların İslam'a davet edilmesinden, onlara İslam'ın anlatılmasından çok kendi insanımızın buna ihtiyacı var bizde yabancılardan daha ziyade kendi insanımızla uğraştık. Bir de ilk giden nesilde Almanca bilen çok yoktu. Onların okulunda okumuş, onların dilini bilen de çok yoktu. Elhamdülillah şimdi var. Bu şartlara rağmen, çok sayılmaz belki ama İslam'a ilgi duyan, araştıran ve Müslüman olanlar da oldu. Yalnız orada çok büyük bir taassub var, Hristiyanlık taassubu. Orada en dinsiz Hristiyan bile Haçlı zihniyetine sahiptir ve İslam'a büyük bir düşmanlık duyuyorlar. İslamı seçenler çevresi tarafından çok yadırgandı, ablukaya alındılar ve öyle ki bazıları dinlerine geri dönmek zorunda kaldılar. Bazıları da kafayı oynattı. Şunu da itiraf etmek lazım ki, buradan ilk giden insanlarımız İslam'ı güzel temsil edemediler. Yusuf İslam'ı örnek olarak verelim. İngiliz ve de çok popüler bir şarkıcıydı Cat Stevens. Avrupa'da ki müslümanların halini bize çok güzel gösteriyor. Diyor ki: 'Eğer ben Kur'an'la tanışmadan, Müslüman olmadan önce Müslümanlarla tanışmış olsaydım herhalde Müslüman olmazdım'. Müslümanların İslam'ı temsil edemediğini, yaşamadıklarını ortaya koyan bir hadisedir. Çok büyük mesuliyetlerimiz var. Artık gençlerimiz yetişti şuan Almanlarla iletişim kurmakla ilgili gayretler var ama bunlar da yeterli denilemez.