Tarih tekerrürden ibarettir kuralı sanki bizim milli bedenimize daha çok uyar. Maalesef ülkemizin tekrarı çok görülen makûs olaylarla imtihanı yüzyıllardır sürüp gidegelmiştir. Osmanlı Padişahlarından başlayıp günümüz Devlet başkanlarına kadar süren suikast ve cinayetler ise bu örnekler arasında en çok yaşanılan ama en fazla inkâr edilenleridir. Her nedense çabuk unutulur ve unutturulur, mazeret mekanizması hazırdır, gündem değişir ve konu kaynayıp gider.
Demokrasilerde gözümüzün önünde cereyan eden herhangi bir olayı farklı açılardan yorumlamak makuldür. Lakin sütü kim mayalarsa mayalasın sonuç eğer yoğurt olacaksa renk de beyazdır. Aman efendim olur mu öyle şey? Güzel yoğurt var, ekşisi var. Üstadım biz yoğurdun rengini soruyoruz. Cinayet mi değil mi? Efendim ama gerekliydi. Ortam karışıktı, böyle olacağı belliydi, zamanında bırakmalıydı, inat etmemeliydi, o konuyu hiç kaşımayacaktı, şuna dokunmayacaktı, ecnebilere kafa tutmayacaktı, kendi başına kalkışmayacaktı vb. sebepler sürer gider.
Evet, ülkemiz ne zaman başını kaldırsa buna hem içeriden, hem dışarıdan karşı çıkanlar oluyor. Düzeni değişmesin isteyenler, pazarı kaybolmasın isteyenler, statükocular, rantçılar, piyasacılar, spekülatörler hep vardı. Ama cinayetler açıklanabilir bir sonuç mu? Gerekçe her ne olursa olsun bir cana kıymak, binlerce canın canına kast etmek değil mi?
Padişahlar Çeşnicibaşı kurumunu kendilerini zehirli gıdalara karşı korumak için kurdurdular. Öyle veya böyle siyasi cinayetler Fatih Sultan Mehmet Han’dan beri tarihimizin değişmeyen unsurlarından oldu. 2. Abdülhamid’e yapılanlar, Adnan Menderes’e yapılanlar, Adnan Kahveci’ye yapılanlar, Eşref Bitlis’e yapılanlar, Turgut Özal’a yapılanlar, Muhsin Yazıcıoğlu’na yapılanlar hep aynı sebep sonuç ilişkilerinin ürünü değil mi?
Bu gün suikast haberleri ile güne başladık. Tarafsız medyamız sağ olsun, yoğurdu renk renk ilan ediyor gün boyunca. Diyorum ki; bu iş demek böyle oluyormuş. Olur mu canım diyenler, hangi çağdayız diyenler bir yanda, bir yanda da da işte plan, işte zaman, işte ortam diyenler.
Cumhurbaşkanımızın ünlü zehir uzmanı bir Profesörü danışman olarak Sarayına aldığı bir dönemden geçiyor ülke. Bilge mühendislerimiz her nasılsa intihar ediyorlar, gezgin halkımız Ağaç dostu kesiliveriyorlar, öngörülü çok büyük uluslararası basın kuruluşları olayları daha ortaya çıkmadan sayfa sayfa duyuruveriyorlar. Yok efendim 3. Köprüye ne gerek var cılar, 2 tane havalimanımız var 15 tane uçak sıra beklese ne olur kalkmak için, bekleriz, bir üçüncüye ne gerek var cılar, kendi silahımıza ne gerek var? Biz daha ucuza zaten alıyoruz cular çok endişeli günler geçiriyorlar şu günlerde. Hele hele koalisyon aşıkları, milli mutabakat hayranları, çok partili yönetim fırsatçıları çok korkuyorlar. Neydi o eski günler, heyhat. Ne deseler yaptırıyorlardı. Hele bir itiraz olsun, çekip alıyorlardı. Her yerde kendi adamları vardı, keyfi bir idare, keyfi bir irade vardı. Çünkü iltica ve anti laik bir tehlike vardı. Onlar gerekliydi ve dedikleri uygulanmalıydı.
Şimdi bir suikast olsa, Allah Saklasın tweet lerde, face lerde ortaya çıkanlar gerçek olsa, canım ülkemde biz demiştik diyenler ve aynı kaderi yine yeniden yaşamak zorunda bırakılan ulü’l emre itaatçiler, iki ayrı köşeye çekilip yüzyıllardır süren geleneğimizi sürdürecekler. Ülkem 25 yıl geriye gidecek, bir anda aklar karalar yer değiştirecek, dost ağlayacak, düşmanlar gülecek. O zaman yine Herkes kendi iyisini bekleyecek, kimisi sevinecek, kimisi buğz edecek.
Oysa ülkemde yoğurt hep beyazdı, Bunu ne zaman kimler görecek?