Hakan TOPUZOĞLU

Yerli Çip: Tasarlıyoruz ama 'Var' mıyız?

Hakan TOPUZOĞLU

Yerli Çip: Tasarlıyoruz ama 'Var' mıyız?

Son günlerde kamuoyunda yine o meşhur cümle yankılanıyor:
“Türkiye kendi yerli çipini, kendi uygulamalarını üretmeli.”

Bu cümleyi ilk kuran olmasam da, son dönemde yayımlanan haberler sonrasında şu sorunun giderek daha yüksek sesle sorulduğunu görüyorum:
“Peki biz bunu zaten yapmıyor muyuz? Bunca zamandır izlediğimiz haberler, açılan tesisler neyin nesi?”

Soru son derece meşru.
Cevabı ise basit değil.

Çünkü Türkiye’nin çip meselesi bir “var–yok” tartışması değil; bir ölçek, derinlik ve ekosistem meselesidir.

Tasarım Masasında Varız, Üretim Hattında Dışarıdayız

Önce hakkını teslim edelim:
Türkiye’de yarı iletken alanında ciddi bir bilgi birikimi vardır.

  • Çip tasarlıyoruz,
  • Niş alanlarda fikri mülkiyet (IP) geliştiriyoruz,
  • Özellikle savunma sanayii ve gömülü sistemlerde “terzi dikimi” denilebilecek kritik projeleri başarıyla yürütüyoruz.

Ancak burada kritik bir teknik ayrım devreye giriyor.

Türkiye’de hâkim model büyük ölçüde fabless, yani fabrikasız üretim modelidir. Tasarımı yapıyoruz; fakat o tasarımı fiziksel bir ürüne, yani silikon pul (wafer) üzerine dökmek gerektiğinde adres hâlâ yurt dışı.

İleri seviye litografi, yüksek hacimli üretim ve ticari ölçekte foundry altyapısı konusunda dışa bağımlılık devam ediyor.

Özetle:
Mimariyi çiziyoruz, ancak şantiye ve tuğla fabrikası henüz bizim bahçemizde değil.

Mesele Sadece Silikon Değil: Ekosistem Körlüğü

Bir çipi üretmek, işin yalnızca görünen kısmı.
Çip tek başına stratejik bir değer üretmez.

O değeri yaratan şey, etrafındaki yazılım katmanıdır.

 

Eğer bir çipin:

  • Derleyicisini (compiler),
  • İşletim sistemini,
  • Firmware ve middleware katmanlarını,
  • Geliştirici araçlarını ve topluluğunu

oluşturamazsanız, elinizde yalnızca belirli bir işi yapan, ancak genişleyemeyen ve evrenselleşemeyen bir donanım kalır.

Bugün donanım tarafındaki yerlilik oranımız artsa da, yazılım zincirinin kritik damarlarında hâlâ dış kaynaklı çözümler dolaşıyor.
Stratejik bağımsızlık eşiği tam olarak burada başlıyor.

Kamu Destekli Butik İşlerden Küresel Rekabete

Türkiye’nin önündeki temel engel:

  • Bilgi eksikliği değil,
  • İnsan kaynağı yetersizliği değil.

Asıl sorun, süreklilik ve ölçeklenebilirlik.

Projeler çoğunlukla:

  • Kamu destekli,
  • Kurum bazlı,
  • Sınırlı kullanım senaryolarına hapsolmuş

bir yapı içerisinde kalıyor.

Bu “butik” yaklaşım, özel sektörün iştahını kabartmadığı gibi maliyetleri de aşağı çekemiyor. Oysa küresel yarı iletken liginde, milyarlarca dolarlık Ar-Ge bütçeleriyle oynanan bir oyundan söz ediyoruz. Sadece kamu alımlarıyla bu ligde kalıcı olmak mümkün değil.

Nereye Odaklanmalı?

Mühendislik aklı şunu söyler:
Hiçbir ülke, yarı iletken ekosisteminin her santimetrekaresinde tek başına hâkim olamaz.

Başaran ülkeler, dikey derinleşme stratejisini benimseyenlerdir.

Türkiye açısından rasyonel rota:

  • Her şeyi yapmaya çalışmak değil,
  • Güçlü olduğu alanlarda derinleşmektir.

Savunma, otomotiv ve mobilite, güç elektroniği ve Edge AI (uç birim yapay zekâ) gibi alanlarda dikey entegre çözümler geliştirmek, Türkiye’yi küresel ölçekte söz sahibi yapabilecek gerçekçi yoldur.

Evet, Türkiye yerli çip üretmektedir.
Ancak bu üretim henüz ekosistem bütünlüğüne kavuşmuş değildir.

Tartışmayı
“Üretiyor muyuz?” sorusunun sığlığından çıkarıp,
“Hangi stratejik eşiği aşabildik ve bu işi nasıl sürdürülebilir, ticari bir güce dönüştürebiliriz?” noktasına taşımak zorundayız.

Bu bir eleştiri değil; mevcut kapasiteyi doğru yöne kanalize etme çabasıdır.

Unutmayalım:
Teknoloji dünyasında “yaptım” demek yetmez, “yaşattım ve büyüttüm” demek esastır.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları