M. Celal Fedai

Siyasette C.H.P Style: Épater le Bourgeois

M. Celal Fedai


Fransızlar, Oscar Wilde’ın sanat ve sosyete çevrelerini etkileyen hallerine bakarak uydurmamışlar elbette bu tabiri: Burjuvaları etkilemek (épater le bourgeois). Gerçi Wilde’ın bu konuda eline Bernard Shaw gibiler su dökebilir ancak lakin çok eski bir aksiyondur burjuvaları etkilemek. Burjuvalar yokken de Batı’nın saray ve sanat çevrelerinde erkeklerce, sık sık başvurulur bu etkileme yöntemine. Tahmin edilebileceği gibi kadınlara yönelik olarak… Derebeyi ya da eski kılığıyla aristokrat, her zaman alacağını alır. Bu nedenle de bir çeşit metres ekonomisi gelişir Batı’da. Kurtizanlar, metresler, kokotlar… Hangi adı tercih edersek edelim “kadın”, ister kur yapılsın ister “el altında tutulsun”, Batı dünyası için siyasi bir “malzeme”dir de. Erkekler kendilerini onlara beğendirmeye çalışır gibidirler görüntüde. İşin aslındaysa kendi iktidar mücadeleleri için kadın yalnızca bir çeşit enstrümandır. Kimseyi inandırmak niyetinde değilim. İsteyen Werner Sombart’ın Aşk, Lüks ve Kapitalizm’ini açar okur.    
Geçmiş böyle de günümüz farklı mı?
Sanatta Picasso’ya bakmak yeter… 
Kendini bir ressam olarak Rembrandt ya da Goya’yla kıyasladığında olsa olsa bir “halk eğlendiricisi” olarak gördüğünü itiraf eden Pablo Picasso, “burjuva eğlendiriciliği”nin geçen yüzyıldaki en namlı adıdır. Yaptığı itiraf, kendisini affettirir cinstendir: “Zevk-i selîm sahipleri, zenginler, aylaklar ve düşünürlerin hepsi sanatta yeni, ölçüsüz, rezaletvâri bir şeyler ararlar. Ben ise kübizmden itibaren aklımdan geçen her türlü tahrik edici tuhaflıkla bu bilgiçler ve münekkitlerle eğlendim; onlar onu ne kadar az anladılarsa o kadar daha fazla hayran kaldılar. (…) Ama kendimle yüzleşince, kendimi kelimenin klasik anlamında bir sanatçı olarak görme cesaretim yok. Giotto, Titian, Rembrandt ve Goya sanatçıydı. Ben ise sadece çağını kavramış olan ve ayrıca çağdaşlarının aptallığını, kibrini ve lakaytlığını becerebildiği kadar kullanan bir halk eğlendiricisiyim.” diyebilmiştir Picasso. Marcel Duchamp’ın pislik edebiyatını, Andy Warhol’um eşcinselliği taçlandırışıyla kıyaslanırsa pek masum kalır. Tarkovski’nin ölçülerine göreyse, “adının tüm prestijine rağmen hiçbir zaman sanata ulaşamamıştır.” 
İyi de bizim bildiğimiz Cumhuriyet Halk Partisi’yle bunların ne ilgisi var?
İlgisi aslında çok açık. 
C.H.P., bir burjuva partisidir ve siyasi tavır itibariyle oldukça kadınsıdır.  
Bir burjuva partisi olduğu, durmadan burjuvaları tahrik eden girişimlerinden bellidir. 
Bir burjuva nasıl mı tahrik edilip harekete geçirilir? 
Elbette hazları elinden alınmakla.
Burjuvalar genellikle türlü narkotiklerle hayatlarını sürdürürler. Keyif sahibi adamlardır. Oysa onlar kendilerinin zevk-i selim sahibi olduklarını iddia ederler. Sözgelimi sanattan, edebiyattan, felsefeden onlar anlar. Cemal Süreya, “Onlar İçin Minibüs Şarkısı”nı böyleleri için yazmıştır ama sorsanız onlar, kendilerini değil eleştirdiklerini bulacaktırlar bugün bu şiirde: 
İçlerindeki sevgi insanları atlayarak hayvanlara yönelmiştir
Özellikle kedilere ve köpeklere karşı iyice duygusaldırlar
iki gözleri iki çeşme,
Öldürmemektir felsefeleri bir karıncayı bile, 
ama yaşatmayı bilmezler.
Nasıl bulmasınlar ki… 
Bir burjuvanın hayatında sorumlu yoktur. Atası derebeyleri, haçlı seferlerine şövalyeleri salmıştır. Kendisi rahatını sürer. Sonra da onların maceralarını önemsemez hatta alay eder. 
İşte size C.H.P.’nin dünü ve bugünü… 
Türkiye’nin ‘tarihi kaderi’nden uzak düşmesinin tek nedeni, C.H.P. tarzı siyasettir. 
Bu siyaset biçimi, kendi hazları dışında asla sorumluluk almak istemez. Suriyeli göçmenleri hazzını elinden alamasa bile azaltacağı gerekçesiyle istemez. Yüz yıl öncesine gitseniz kim bilir kendisi de Anadolu’ya evlad-ı fatihânın bir köşesinden gelmiştir. Ama ne yazık ki içine düşürüldüğü rahat yaşam isteği onu, kaderinden uzaklaştırmıştır. Bu nedenle de Türkiye’nin tarihi kaderine dönmesini, gerçek bir aktör olarak rolünü oynamasını istemez. Savaş istemez çünkü kaçacak bir rahatı vardır. Savaşı elbette ben de istemem. Kimse de istemez. Lakin insanın olduğu gibi devletlerin de bir haysiyeti vardır. Kişiliği vardır. 
Haysiyet ve kişilik, erkeklerden çok daha güzel durur kadınlarda. Burjuvaları ve avamı,  çoğu kere ilginçlikleriyle, şoke edişleriyle etkileyen hareketlerden, haysiyetli ve kişilikli bir kadın etkilenmeyecektir. Böyle bir kadın, kendi haysiyeti ve kişiliği sayesinde, dünyayı döndüren iyiler ile kötüler arasındaki çatışmayı görecektir. 
Bugün Türkiye’de hazlarının devamını isteyenler ile içi henüz ham ise de Türkiye’nin tarihi kaderine dönerek “iyiler”in yanında yer almasını isteyenler arasında artan bir gerilim yaşanmaktadır. Ece Ayhan’ın ifadesiyle Cumhuriyet’ten “yarar”lananların balo özlemi ile Cumhuriyet’le “yara”lananların henüz çok kırılgan olan sorumluluk istekleri çatışmaktadır. C.H.P., dün olduğu gibi bugün de burjuvaları etkilemeye yönelik (épater le bourgeois) bir siyaset üslubu tutturmaktadır. Bu nedenle de meydanlarda bağırarak çokça gürültü çıkarmakta ama hayatın meydanlardan uzak alanlarında hiçbir varlık gösterememektedir. 
Peki, kendisi bunu bilmekte midir?
Bence evet… 
Halinden memnun mudur?
Hali, yani hazları tehlikeye girmedikçe evet…
Bunların hiçbir önemi yok şu sorunun yanında: C.H.P.’den ömrünün uzunca bölümünü kendine has kibriyle burjuvaları etkilemekle geçiren Oscar Wilde gibi, bir çeşit “Reading Zindanı Baladı” doğacak mıdır? Kısacası bir arınma, değişim, dönüşüm yaşayacak mıdır C.H.P.? 
Wilde, eşcinsellikle suçlanıp hapse düşünce içinden bambaşka bir kişilik çıkarabildi. De Profundis yazarı Wilde, Dorian Gray’in Portresi yazarı değildi artık. Oysa ne yazık ki C.H.P., hâlâ aynı: De profundis… Ruhuna el Fatiha. Demokrasi için doğmamış bir demokrat. 
C.H.P., hâlâ burjuvaları tahrik ediyor. 
Dünya üzerindeki burjuva dayanışmasının Türkiye’deki payandası olabiliyor. 
Üstelik şimdilerde yayılmacı bir politikayla, M.H. P.’yi de yanına çekmeye çalışarak. 
Burjuvalar böyledir…
Hazla etkilenirler ve hazlarıyla etkilerler. 

Yazarın Diğer Yazıları