Murat ÇAKIR

GÜL KOKUSU

Murat ÇAKIR

Bizimki dört arkadaş ve aralarına dahil ettikleri gençler ile beraber bir akşam üstü yolda yürüyorlardı. Bir davanın daim olması için gençlere ihtiyaç vardı bu gençler o davanın can suyudur diye düşünüyor ve gençleri yanlarından ayırmıyorlardı. 
 
Aynı davayı paylaşıp, zamanında omuz omuza safları sık tutmak için beraber yürüyen ve hala aynı yolda olduklarını savunan kardeşlerin, yaptıkları hatalarda bir araya gelerek birbirlerini kardeşane uyarmaları mı? Yoksa ulu orta herkese, yapılan hatayı; daha doğrusu kardeşinden o olayın doğruluğunu öğrenmeden başkalarına anlatması mı gerekir onu konuşuyorlardı. Birden önlerine bir taş çıktı, çıkan taşı birisi kaldırmak üzereyken diğeri kaldırmamasını; yıllardır bu taşın burada durduğunu ve pek çok olaya şahitlik ettiğinden bahsetti hatta zamanında birçok kişinin işine yaradığını kimin yardıma ihtiyacı olsa bu taşı kullandıklarını anlattı. Kaldırmak isteyense artık yeni taşların konması gerektiğini bu taşın yıprandığını, dinlenmesi gerektiğini ve hatta diğer taşlara göz kulak olması için baş köşeye konması gerektiğinden dem vurdu. Toplum baskısı mı dersiniz yoksa cesaretli olamayışları mı dersiniz taşı kaldırmadan mahalleye doğru yürümeye başladılar. 
 
Bizimkisi eve gelince, kardeşlerin (varsa) kusurlarını onlarla paylaşmayıp üçüncü şahıslara haberdar edenlere söylenmesi gereken bir kaç kelam yazdı oracıkta...
 
Kardeşlerimize, dostlarımıza, dava arkadaşlarımıza, Kurumlara, vakıflara, derneklere yaptığımız eleştirilerde  kendimizi bu eleştirilerin dışında tuttuğumuz sürece toplumda hiçbir değişiklik meydana gelmeyecektir. Sen ve siz özneli cümlelerin, bizi hiçbir zaman doğru yola götürmediği tecrübeler ile sabittir. Eyleme dönüşmeyen hiçbir düşünce anlaşılmış değildir ve idrak edilmemiş hiç bir düşünce de sadece söylemler ile anlatılabilir değildir. Tıpkı bu zamana kadar İslam, ahlak ve insanlık üzerine kahir ekseriyetin söylediği  tüm kelamlar gibi. 
 
Tıpkı asırlar önce söylemiş, söylendiği devirde dünyaya güzellikler yaymış olmasına rağmen çağımızda dilimize pelesenk ettiğimiz ilahi Kelimetullah gibi. Onun söylemlerini dile getiren bizler, hayata da geçirebilseydik, Risaletpenah Efendimiz gibi onun yürüyen hali olma noktasında gayret sarf edebilseydik, hal dili ile de dilimizdeki güzellikleri söyleyebilseydik; söylemlerimiz zamanın karanlık sokaklarında birer lafı güzaf olarak kalmazdı belki de.
 
Kalemi yazdığı kağıdın yanına bırakarak dinlenmek üzere odasına geçecekken birden aklına gençler geldi. Geçenlerde bizimkine bir kağıt vermişlerdi okuması için, kalktı cebinden ikiye katlanmış kağıdı aldı. Yanlarında genç bulundurmayan, hiç bir organizasyonda gençlere görev vermeyen sadece malzeme taşırken aklarına gelen, gençleri bu vesileyle küstüren, sonra da bu gençler nerede biz kime bırakacağız bu koltukları derken bile o koltukta oturanlara söylenmesi gereken bir kaç kelam yazmışlardı oracıkta...
 
Artık söylenmeyeni söylemek değil, yapılmayanı yapmak zamanıdır. Zira söylenmeyen çok şey söylendi, lakin yapılmayan bir çok şey hala yapılmadı. Artık buğulayıp parmağımızla şekiller çizerek, bir şeyleri değiştirdiğimizi zannettiğimiz, hakikati örten cam duvarların ardından çıkarak, umutlarımızı kuşanıp toprağa yeni tohumlar ekmek vaktidir. Bu camın ardına ilk doğduğumuzda bizi koydukları ve tüm çabalarımıza rağmen çıkmadığımız bu çalı çırpı kafesleri yıkmak vaktidir. Yıllarca basiretsiz bir söylem olarak kulağımıza çalınan "Bu dünyada dürüst olmayacaksın, olursan kaybedersin." laf-ı güzafına karşı tüm dürüstlüğümüzü kuşanarak şerefli bir duruş sergilemek vaktidir. Hulasa artık büyük laflar etmek yerine, sokağa çıkmak ve küçükte olsa adımlar atmak vaktidir. Zira kendimizde değiştiremediğimiz hiç bir şeyi başkasında değiştiremeyiz...
 
Kendi zindanlarımızdan çıkmanın vakti her andır... O anı hissetmek Rabbimizin ayet dediği kendimizi okumaktan, fıtratımızın pasını silmek için giydirilen bedeni hareket ettirmek lazım Bismillah diyerek. Kerim olan Allah sonrasını ikram edecektir...
 
Yazıyı okuduktan sonra arkasına yaslandı ve ekledi ardı sıra...
 
Ahir ömründe zamanın toprağına bir gül dalı dikmeyenlerimiz, ömür sermayeleri bitmeye yaklaşınca gül kokusu duymak istiyorlar. 
Eğer gül kokusu duymak istiyorsak; bugünden tezi yok bir gül dalı bulmalı ve zamanın ruhuna dikmeliyiz, ki yıllar sonra güllerimiz olsun bugünün yaldızlı saraylarında, yıllar sonra çaldığımız saray kapıları açılsın ve açılan kapılardan zamanın ruhuna gül kokuları saçılsın. Hasılı, gül dikmeyenlerimiz, gül kokusuzluğundan şikayet edemezler.
 
Artık gençler daha büyük işler yapacaklar diye düşündü. Ve umutlandı geleceğe dair. Işıkları söndürürken bir ayet düştü aklına;
 
Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah' tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir. ( HUCURAT SURESİ 12 )
 

Yazarın Diğer Yazıları