Murat ÇAKIR

Güvenmek mi? O da ne?

Murat ÇAKIR

Akşam sözleştikleri çaycıya bütün arkadaşları gelmiş, hatta ilk çaylarını yarılamışlardı bile. Seçimlere az kalmasından dolayı çaycıya giden bütün yollarda çalışma yapan ve bir türlü bitiremeyen Belediyeye kıza kıza bizimki de geldi sonunda çaycıya.. Oturur oturmaz, önüne her zamanki gibi şekersiz çayı getirdi; babasının okuyamayacağına kanaat getirip ortaokulu bitirir bitirmez çaycıya çırak verdiği Bilal. Konu konuyu açtı ama konu hep insanlar arasındaki güvene geliyordu. Nerede eski güvenler deniliyordu. Bilal'i çağırdı, biten çayının yerine yenisini yanında da kağıt kalem getirmesini istedi. Tek kişilik masaya geçti "Eski güvene ve Yeni güvene" söylenmesi gereken bir kaç kelam yazdı oracıkta... 
 
Modern dünyanın inşa ettiği insanın omurgasını oluşturan unsurlardan biri de güvensizlik. Bir kardeşinize, bir dostunuza, bir komşunuza yada insanların vicdanına güvenerek yaptığınız bir işin neticesinde "Kardeşim bana güvenerek mi yaptın bu işi. Elin atına binen çabuk inermiş. Elin başına yetiyorsa yap, aksi halde bana güvenme..." gibi sözleri çokça duyuyoruz. Peki dostumuza güvenemeyeceksek, birbirine mirasçı bırakılacak kadar yakın olması gereken komşumuza güvenemeyeceksek, kapısına vardığımızda boş çevrilmeyeceğimiz öğütlenen Anadolu insanına güvenemeyeceksek kime güveneceğiz? Hangisine yanmalıyız? Modern insanın güveneceği kimsesinin kalmamasına mı? Yoksa birilerine güvendiği için suçlu sayılmasına mı? 
 
Her şeyin bu kadar "gelişmiş" ve "ileri" olmadığı "ilkel zamanlar"da olan bir olay nakledilir. 
 
Ticaret gereği bir beldeyi ziyaret eden bir tüccar atını bağlayarak istirahat için durduğu bir bahçe kenarında uykuya dalar. Üzerine düşen taşların tesiri ile uyanır. Kalkıp baktığında bahçenin içinden atına birinin taş attığını görür. Bahçe sahibi, bahçe sınırından sarkan meyveleri yiyen atı taşlamaktadır. Gelen taşlardan birinin tesiri ile at ölür. Varı yoğu atı olan tüccar, onun öldüğünü görünce öfke ile yerden aldığı bir taşı bahçe sahibine doğru atar. Olay odur ki bu taş darbesi ile bahçe sahibi de ölür. Mahkeme kurulur, bahçe sahibinin evlatları kısas ister. Karar verilir; tüccarın idamına. Tüccar karara itiraz etmez lakin bir ricası vardır: memleketinde yetim kalacak çocuklarının olduğunu ve bu zamana kadar yaptığı birikimden de haberdar olmadıklarını söyleyerek onlara bu birikimini teslim etmek için bir kaç günlük mühlet ister.  Mahkeme bunun ancak yerine bir kefil bulması ile mümkün olacağını söyler. Tüccar tanıdığı kimsenin olmadığı bu diyarda yerine idamı göze alabilecek bir kefili nasıl bulabileceğini düşünürken kalabalık civarda herkesin çok sevdiği ve güvendiği bir zatın kefil olmak istediğini beyan eden sesi ile irkilir. Ben sana kefilim der adam. Git işini hallet gel. Adam heyecanla yola koyulur. Geride kalanlar tanımadığı ve gittiğinde geri geleceğinin dahi garantisi olmayan bir adama nasıl ve neden kefil olduğunu anlamadıkları bu zata şaşkınlıkla bakar. Vaad edilen sürenin sonuna gelindiği gün ahali gözleri ufukta beklerken telaşlı ve üzüntülüdür. Çünkü tüccar gelmemiş ve kefil olan sevdikleri dostları onun yerine idam edilecektir. Davacılar kısas isteklerinden vazgeçtiklerini söyleseler de kefil cezanın uygulanmasının gerektiğini savunurken ufukta bir toz bulutu belirir. Ahali sevinçli olduğu kadar şaşkın. Tüccar geri gelmiş ve minnetlerini ifade ederek cezanın artık uygulanabileceğini söylemiştir. Şaşkın olan ahali ölümden kurtulma şansı varken neden geri döndüğünü sorar tüccara. Tüccar derki "İnandığım dinin peygamberinin bir sözünü duydum. Demiş ki;   "Öyle bir zaman gelecek ki, Müslüman Müslümana kefil olamayacak. O zamanın gelmediğini göstermek için geldim." Kefile sormuşlar siz neden kefil oldunuz? El cevap: "Ben de aynı sözü peygamberimin ağzından duydum ve o zamanın gelmediğini göstermek için kefil oldum." 
 
Güven baki kalsın diye bir sözün yere düşmemesi için ortaya can konulan bir "ilkel" vakitten kimsenin kimseye güvenemediği bir "ileri" vakte evrilmiş zaman anlaşılan. 
 
Lakin zaman nereye evrilirse evrilsin insanlığı kurtaracak olan "ilkel zamanın"  kadim davranışları ve bu davranışları sergileyen güzel insanlardır. Semiha AYVERDİ Hanımefendi' nin de dediği gibi "Birbirinize asla küsmeyin; kopmayın, ayrılmayın. Birbirinizi koruyun, düşeni kaldırın, sürçeni yakalayın, birbirinizi sevin, acıyın, merhametiniz bol olsun. Biz garibiz; çeşidi azalmış bir anlayışın insanlarıyız. Bizi isteyen sevsin, isteyen sövsün. Dünyanın sevinçleri ve elemleri, bizi içinde bulunduğumuz birlik ve beraberlik çatısı altından çıkarmamalıdır."
 
Selam olsun insana güvenenlere, selam olsun insana güven verenlere, selam olsun sözü yere düşürmeyenlere ve selam olsun çeşidi azalmış anlayışın insanlarına...
 
Çayından son bir yudum aldı, arkadaşlarına selam verip arabasına doğru ilerlerken bir ayet geldi aklına;
 
İman edip de imanlarına zulmü (şirki) bulaştırmayanlar var ya; işte güven onların hakkıdır. Doğru yolu bulmuş olanlar da onlardır.” (EN ' ÂM SURESi 82

Yazarın Diğer Yazıları