KUYUMCULUĞUN MUTFAĞINDA YETİŞMEYEN TÖKEZLER
Kayseri’nin kuyumcularından Osman Bezircioğlu ile kuyumculuk üzerine söyleşimize devam ediyoruz.
O zaman kuyumculuk sektörünün geleceğini nasıl görüyorsunuz?
‘’Geleceğini biraz sıkıntılı görüyorum. Çünkü alttan gelmiyor. Yetiştiremiyoruz, eleman sıkıntımız var ama şu anda teknolojiye ayak uyduruyorsun, bu eksikliği teknolojiyle gidermeye çalışıyorsun. Ama bunu her bütçe karşılayamıyor. Elemanı yetiştirmişin, tamam dükkan açacak, sermayesinin dörtte üçünü ekipmana verme gücü yok. Bugün bizim tezgahlarımız, makinalarımızın o elle yapılacak kısmını makineyle yapıyorsun. Makineyle yapmaya çalışıyorsun. Mecbursun.’’
Hâlâ elde devam ediyor. Çünkü ince zanaat.
‘’İnce zenaat. Bu elle yapılanın da şimdi makinalaşmaya çalıyoruz. Yok.’’
Peki, Osman abi kuyumculuk sektörünün tarihinden bu tarafa ince zanaat olduğu için kuyumculuk mesleği saygı gören bir meslek. Köklü bir meslek. Tabi bu işin mutfağından yetişmemiş kişiler bu mesleği yapmak isterse götürebilir mi? Nasıl görüyorsunuz? Bu konuda neler söylersiniz?
‘’Benim görüşüm götüremez. Mutfağına girmeyen insan bir yerde tökezler.’’
Bunu yapanlar oluyor değil mi?
‘’Tabi, oluyor. Amiyane bir tabir kullanayım. Hor görmeyelim de, tövbe hâşâ köyde tarlası para etti, gitti, şorda sattı, geldi işte konfeksiyoncu oldu, sarraf oldu. Bu insan işin çekirdeğinden yetişmedi miydi çıraklığını yapmadığınız iş, iş değildir. Bileceksiniz. Bir ürünü elinize aldığınızda bunun kaç ayar olduğunu hissetmeniz lazım. Böyle içini çeviriyim, damgasına bakıyım, bak. O damgayı yapan ben. 14 ‘ün içine 22 patent vursam n’olacak? İçinde 22 yazıyor diyeceksin. Mamul 14 ayar sen o 14 ayarı elinle, gözünle fark edebiliyor musun?’’
Hatta şöyle bir hikaye anlatılır Osman abi: Bu mesleğe verilmiş bir çırağa ustası eline bir taş verir ve asla açmayacaksın gözünü, der. Ben ta ki sana aç diyene kadar. Değerli bir taştır. Zümrüt, alyans vesaire artık. Bir gün geçer, üç gün geçer, beş gün geçer. Ustam yeter artık, der. Taşa o kadar alışır ki taşın dediğiniz gibi değerini, kıvamını hepsini çok iyi anlar. İşte bir hafta on gün sonra ustası açabilirsin elini artık, der ve taşı bırakır. Şimdi der bundan sonra seni göndereceğim her yere bu taşın aynısı olup olmayacağını sen anlayacaksın, der. Ve o mesleği o çırak edinmiştir. Nereye gitse eline aldığı taşın daha önceki orijinal taşla aynı olup olmadığını bilir.
‘’Bu işin mutfağıdır. Belki dikkat edersiniz sarraflara vardığınızda görmüşsünüzdür, ziynet satarken tezgahın üstüne atılır.’’
Çıkardığı sesten mi bilir? Siz yapıyor musunuz?
‘’Tabi. Mecbur yapıyoruz. Ben sarraftan daha çok yaparım. Neden? Çünkü bize eritmeye herkesten mal geliyor. Bu işin piri olmuş 20 senelik 40 senelik sarraflar da geliyor. Üç ay olmuş, sarraf tükanı açmış o insanlar da bana geliyor. Öyle olunca bu tip şeyleri kontrol etmek mecburiyetindesin.’’
Has altın nasıl ses çıkarır?
‘’Has altunun sesi yoktur. Bakın, has altunun rengi bozulmaz. Geçen hatta bu stajer çocuklara özellikle şu çekilmişti bize. Astar tamir etmiş silindir de. Bu orijinaldir. Bunu ateşe verdiğiniz anda özellikle stajerlere bunu gösterdim. Dedim ki gelin, bakın. Bunu okulda belletmezler belki ama size sorarlar. Çocuklarla birlikte 100 gramlık paketli tasta ateşin içerisine soktuk. ‘Bakın, kırmızılaştığını görüyor musunuz çocuklar?’ dedim. Yok, dedi. ‘Elinle kavra bak ne olmuş kıpkırmızı şeker gibi olmuş değil mi?’ dedim. Evet abi dedi. Niye öyle? Bu has altun, bunun içerisinde bir katkı maddesi yok, kararmaz ve has altun yumuşak olur. Ha bazan filmlerde görürüz. Dişleriyle ıstırırlar. Has altun yumuşaktır. İçerisine katkı maddesi girdi miydi sertelmeye başlar.’’
O zaman has altının deforme olması daha kolay gibime geliyor? Yumuşak olduğundan dolayı değil mi? Çok dikkat edilmesi gerekir.
‘’Zaten piyasada has altundan yapılmış bileziği, kolye vs. bunlar özeldir. Şeyhlerin, bilmem bir şeyleri… Onlar için 24 ayar yapılan şeylerdir. Bilezik kısmında içinde katkı maddesi vardır. O katkı maddesinden dolayı sert olur. Ziyneti de onun tın sesini alacaksınız. O ayar işi bizim sestir. Bunu bilmek için işin çekirdeğinden gelmek lazım. Mesela parkenin üzerine attığınızla beton attığınızın sesleri farklıdır. Atölyede öyledir. Bir malın kokulu olup olmadığını bilmeniz tezgahta rahat işleyebilmeniz için onun sesini bilmeniz lazım. Onu gördüğünde renginden huylanacaksın. Bu mal kokulu mal bunu işleyemezsin diyebileceksin. O yüzden mutfağında bu işin yetişeceksin. Benim bildiğim birkaç … Kayseri’de yok ama Niğde, Nevşehir gibi yerlerde ben bunlara şahit oldum. İşte adamın parası var öbür taraftaki ustanın parası yok, ortak oldular. Sonra anlaşamadılar, ayrıldılar. Sanatkâr olan ayakta kaldı, olamayan bitti, battı. Mecburdu. Çünkü işin mutfağından gelmiyorsun.’’
Kayseri’nin kuyumculuk sektöründeki yeri nedir?
‘’Orta sıralarda. Yani bizim Kayseri’deki atölyecilerimizin veya imalatçılarımızın, imalatçı biz de az, biraz evvel de söyledik ya Maraş gibi değiliz. Maraş’ta atölye sayısı çoktur. Maraş’ta ürün yelpazesi çoktur. Bakın Maraş, Adana, Mersin buraların ürün yelpazesi çoktur. Bizim ürün yelpazemiz kısıtlı. Kendi ürettiğimiz ürünü kendi içerimizde tüketiyoruz. Ama bugün Maraş’a gitseniz 20 tane yüzük atölyesi vardır. 20 tane küpe atölyesi vardır. Kavurga bilezik dediğimizin atölyesi vardır veya ne bileyim kolye, çocuk künyesi vesaire vesaire çoktur. Biz de fazla yok.’’
Biraz da satış tekniklerinden bahseder misiniz? Kuyumculukta veya sarraflıkta.
‘’Kuyumculukta satış yoktur. Biz kuyum sektöründe imalat. Şimdi bu lügatta da böyledir. Kuyumcu dediniz miydi ben bunu hatta biraz evvel dedik ya kuyumculuk mesleğinin kökeni diye. Bir abimiz sarraf dükkanı açtı. Kuyumcu diye yazdırmış. Ben de ona bi takılıyım dedim. Neyse hayırlı olsun abi, dedik. Sağ olun abi, dedi. Dedik ki: ‘Ya atölyeniz nerde sizin?’ dedim. ‘Ne atölyesi abi?’ dedi. Kuyumculuk diye yazmışınız ya, dedim. Burası abi, dedi.’’
Bildiğin sarraf. :))
‘’Yanlış anlama, ben bu işin çekirdeğinden geldim. Kuyumculuk lügatta imal edene denir. Senin atölyen varsa kuyumcusun. Ben kendimi hiçbir zaman sarraf diye göstermem. Ben sarraf değilim. Sarraf da bu işi satana denir. Neden haldeki adama kabzımal diyoruz da, o halden aldığı ürünü satan adama manav diyoruz? Şimdi manava kabzımal diyebiliyor muyuz? Diyemiyoruz. Ama kabzımal diyebilmemiz için o adamın bahçesinin olması lazım veya toptan mal getirmesi lazım. Öyle deyince dedi ki: ‘Abi biz dükkanın adını yanlış mı koyduk?’ dedi. Ben sana bir şey demiyorum, dedim.’’
Ben söyleyeceğimi söyledim zaten.
‘’Ben sana bir şey demiyorum. Sen burdan kendine bir kıssa çıkartıyorsan çıkart, çıkartmıyorsan da çıkartma. Bugün biri gelse size kuyumcu diye gelecek, o vatandaşın senden özel bir siparişi olacak olsa ‘Ben bunu anlamıyorum bir ustayı çağırıyım.’ dese ‘Buraya kuyumculuk yazmışsın, sen usta değil misin?’ diyebilir o insan. İşte sarraflarla bizim aramız farklıdır. Herkes kendi el emeğinin karşılığını alıyor. Ama şu var. Emeğinizin karşılığını alıyor musunuz? Almıyoruz işin açıkçası. Kendi aramızda da rekabet var Türkiye genelinde ve Kayseri’de. Sarraflar da almıyor. İşin açıkçası bugün kan ekmeği yiyoruz. Öyle deyim size.’’
Kan ekmeği.
‘’Tabi. Bağladığınız sermaye, servet çok fazla. Bugün bir sarrafın vitrinine bakın. Bir bankanın kasasında olmayan para sarrafın vitrininde. Bankanın kapısında özel güvenlik var. Bir tane, iki tane. Hangi sarrafta var?’’
Müşteriler aslında o anlamda kontrolü sağlıyor. Kameralarda çıktı artık. Şimdi kuyumculuk sektöründe yetki belgesi alma zorunluluğu getirildi. Tabi ne zaman çıktı bilmiyorum.
‘’İlk alanlardan biri benim. Hatta onunla bir anım da var. Onu anlatıyım ben size.’’
Bunun eskiden usulü neydi?
‘’Usta çırak. Eğer ki ustanız dedim ya hani ben müsaade istedim. ‘Abi, falan arkadaşımla iş yeri açabilir miyim?’ dedim. Eğer benim bir eksiğim varsa ustam bana o zaman: ‘Olmaz oğlum, daha pişmen lazım.’ Eskiden sistem buydu ve eskiden ustalar çıraklarına yetiştirdiği çırakla iftihar ederdi. Bak, ben bu adamı yetiştirdim, bu adam dükkân açtı. Dükkân tezgâh sahibi oldu. Bu kişi evlenmeye gittiğinde işte anası babası dünür gidilirdi. Şimdi öyle ben onu gördüm, o beni gördü, âşık olduk ayağı olmazdı. Hepimizin başından geçti. Görücü usulü vardı. Ne iş yapıyor? İşte kuyumcu veya sarraf. Ustası kim? Ahmet oğlu Memet. Referans olurdu. Çocuğu öğrenmeye ustaya gelinirdi. Neden? Anadan babadan çok ustayı görürsünüz. Benim rahmetli babam öyle derdi. Ortaklık öyle ince bir iş ki oğlum, derdi. Hanımından yakındır ortağın. Akşam evine saat 7’de 8’de gelirsin, 11’de 12’de sırtını döner, yatarsın. Ortağanla sabahın yedisinde sekizinde dükkanına gidersin, akşamım sekizine kadar berabersin.’’
5.bölümün sonu