Yönetmen ve Senarist Mesut Uçakan’la sinema üzerine söyleşimize devam ediyoruz.
Hocam, filmlerinizin hayatlara dokunduğunu somut olarak hissettiğiniz birkaç hatıranızı bizimle paylaşır mısınız?
Hatıralar çok. Anlatmakla bitmez. Çarpıcı gördüklerimden bir örnek daha vereyim. Anka Kuşu filmi için, tanınmış büyük bir firmanın başında olan bir arkadaşımız: ‘’Hocam, bu filmin vizyonda tam hakkı verilmedi. İsterseniz, ikinci defa vizyona sokalım, diye bir teklif getirdi.’’ dedi. Yardımda bulunmak istiyordu. Olur, dedim. ‘’Bu iş için reklam müdürümü görevlendireyim, ne gerekiyorsa yapsın.’' dedi. Tabii, büyük bir fabrika. Reklam Müdürü şık bir kostümle geldi. Batılı kafada biri diye düşündüm. Mesut Uçakan kimdir, Millî Sinema nedir, duymamıştır bile. Ama konuşmak için bir odaya geçtiğimizde oturur oturmaz dedi ki: ‘’Mesut Bey! Siz, bizim hayatımızı değiştirdiniz.’’
Şaşırdınız tabii.
Hem de nasıl. Sonra anlatmaya başladı: ‘’Biz, hanımla beraber İngiltere'de yaşadık ilk evlilik günlerimizde. Tabii, çok sağlam biri değildim ama hanımın örtünmesini istiyordum, çok da zorlamak istemiyordum. Sizin Yalnız Değilsiniz isimli filminizi seyrettik. Çok etkilendik. Bizim için bir dönüm noktası oldu. Dinî kitaplar okumaya başladık. Şimdi hanım başörtülü, ben de namaz kılıyorum.’’
Elhamdülillah. Hocam, filmlerinizin etkilerini yalnızca ülkemizde değil, yurt dışında da hayatlara dokunduğunu gördünüz mü?
Özbekistan’da biriyle karşılaşmıştım. 1992 yılında Gorbaçov Dönemi. Rusya, emperyalizmi altındaki Orta Asya ülkelerini serbest bırakmıştı, biliyorsunuz. Perestroyka- Glasnost adı verilen dönem. O ülkeler kapılarını yeni açmıştı Batı’ya. Bu dönemde Özbekistan’da bir TV kanalı Yalnız Değilsiniz filmini birkaç defa kazak göstermiş. Filmin videoları bile el altından dağıtılıyor. Mihmandarlarımızdan biri dedi ki: ‘’Bu filmi seyrettikten sonra başını örten en az beş kişi tanıyorum.’’ Her ne kadar kapılar açılsa bile henüz yarı kapalı bir toplum. O şartlarda filmin dış dünyaya bu kadar yayılması çok çarpıcı idi. Almanya’da bile 250.000’i aşkın kaçak video kasetleri dağıtılmış. Normalde Almanya’da bir filmin satacağı en babayiğit rakam 4 bin 5 bindi. Bu, bizim kulağımıza gelenler. Bir de bize ulaşamayanlar var. Film Türkiye’de vizyona girdikten 15 yıl sonra bile biri mesaj atmış bana. Çok duygulandırıcıydı.
Mesajda ne yazıyordu hocam?
‘’Hocam, ben size nasıl dua edeyim?’’ diyor. ‘’Hâlâ aynı şekilde çocuklarımla Yalnız Değilsiniz seyrediyorum ve seyrederken birlikte ağlıyoruz.’’ Bu nasıl bir şey ya? Şimdi bu örnekler ortada iken sinemanın büyük bir irşat ve tebliğ aracı olduğuna başka nasıl inandırabilirim!
Çok doğru söylüyorsunuz.
Daha çok farklı yaşanmışlıklar var. Çağrı filminden sonra binlerce kişi Müslüman oldu. Rabbimin lütfu, yapana da, yaptırana da, Müslüman olana da, vesile olana da büyük lütuf. Bizim çabamız işte bu yüzden kutsal. Haktan uzaklaşmadığımız müddetçe tabii. Bizim işimiz vesile olmak. Hakka vesile. Rabbimin vesile kılması müthiş bir şey. Peygamber Efendimizin yüceliğinin, büyüklüğünün önemli kriterlerinden biri nedir? Hakkı tebliğe vesile olması. Vesile olmak çok önemli. Vesile olmak gibi bir makamı dolduranlara Allah Teala daha ötesinin kapısını açıyor. ‘’Orada durma kulum. Vesileyi aş, beni gör.’’ diyor. Rabbim bizleri buna da layık görür inşallah. ‘’Ne yana bakarsan O’nun çehresini görürsün!” ayetini de hakkelyakîn idrak etmeyi nasip eder inşallah.
Hocam, Yalnız Değilsiniz filminiz ile Reis Bey filminizin sizde etkisinin çok olduğunu biliyoruz. Farklı ideolojik görüşte olan yönetmenlerin bu filmlerinize tepkileri nasıl olmuştur? Biraz onlardan bahseder misiniz?
Yalnız Değilsiniz hasılat rekoru kırmış bir film. Bütün gazetelerin birinci sayfasında yer aldı. Üstelik o dönemlerde Amerikan filmlerinin Türk Sinemasını işgal ettiği bir dönemde. Çok az Türk filmi çekildiği, çoğunun porno sahnelerle dolu olduğu bir dönemde. Bine yakın sinema salonunun porno yüzünden üç yüze, dört yüze düştüğü, ailenin sinemadan koptuğu, tesettürlü bir kadının değil, Müslüman bir erkeğin bile Tük filmlerine gitmeyi içine sindiremediği bir dönemde. Bunlar yaşanmış gerçekler. Diyelim ki Yalnız Değilsiniz oynuyor. Seyretmeye gelenler bir sürü porno afişlerin önünden geçmek zorunda kalırlardı. Biz; hemen özel ekip kurduk, bu afişleri tek tek kaldırttık. Sinemacılar araya seks filminin fragmanını koyarlardı, izin vermezdik. Öyle rezil bir ortamda hasılat rekoru kırdı Yalnız Değilsiniz. Köylerden traktörlerle gelenler olurdu başörtüsünü savunan filmi izlemek için. Olağanüstü açlık vardı, halkın sinemada inancını görmeye. Başörtüsü dramında artık inancının haykırılışı olarak görüyordu ve heyecanlanıyorlardı. Böyle bir dünyayı yaşadık, büyük mücadeleler verdik. Alenen cephede savaşır gibiydi.
Maalesef, o günkü toplumsal ortamdan çok uzağız. Bir de bu filminizin en büyük özelliklerinden biri de hocam, yakaladığı doğallık.
Sinemada doğallık önemli. Diğer sanatlarda da karşımıza çıkan en önemli mesele. Hatta her sanatın ana damarıdır doğallık. Seviye doğallıktaki başarıya göre şekil alır. Şiir yazarken de, roman yazarken de, resim yaparken de, beste yaparken de bu böyle. Bir olayı, bir eşyayı olduğu gibi gösterebilmek öyle kolay değil. Doğallığın, ahengin ritmini tutturabilmek, tasvirini yapabilmek o kadar kolay değil. Yaşanan bir olayı olduğu gibi tasvir edebilmek kadar gerçeği eğerek bükerek, soyutlayarak, birtakım metafor oluşturarak farklı denemelerde de doğallık şarttır. Picasso’nun yaptıkları gibi, Salvador Dali’nin yaptıkları gibi. Estetiği kendi içinde yonttukça öyle bir iç rezonans oluşur ki işin ehli olanları o rezonansı hisseder. Milimetrik derecede önemli. Cerrahi müdahale gerektiren, çok hassas bir iş. Doğallığı elle tutulur şekilde görmek için Batı’dan Leonardo da Vinci’nin La Jaconde (Mona Lisa) resmini, bizden de Mimar Sinan’ın Selimiye’sini görmek yeterli.
Bu şekilde yakalanabiliyor, diyorsunuz.
Evet, doğallık budur. Dıştakinin fotoğrafını çekmek değil. Absürt resim de yapsan, soyut planlar da çeksen kendini doğal ifade edebilirsin. Bugün kendini ifade bile edemeyenler var. Doğru dürüst konuşamayanlar var. Kendini dışa doğal yansıtabilirsen bunu sanatta da becerebilirsin. Adam konuşmayı bilmez ama sanatı mükemmeldir. Adam kekemedir, şarkı söylerken hiç sekmez, harika şekilde söyler. Nasıl anlatayım? Yani mesele doğal olabilmektir. Zaten ‘’Üslup, sanatçının kişiliğidir.’’ der Bacon. Kendini ne kadar doğala vurabilirsen o kadar mükemmelsin.
3. bölümün sonu