Sinema, İnanç ve Tebliğ: Yalnız Değilsiniz Filmiyle Bir Kuşağın Kimlik Arayışı
Yönetmen ve Senarist Mesut Uçakan’la sinema üzerine söyleşimize devam ediyoruz.
Hocam, sizce sinemanın toplumdaki rolünün ne olduğunu ya da asli vazifesinin ne olduğunu anlatır mısınız?
Sinema dendi mi genelde eğlence geliyor akla. Bu yüzden halkın en çok ilgi gösterdiği sektördür sinema. Özellikle gelişmemiş ülkelerde genel algı bu. Tiyatro gibi, panayır gibi, bir tür gösterim işte. Bu bir anlamda anlaşılabilir bir durum. Ama tehlikeli bir durum. Bu kadar yaygın ilgi gören bir iş, pek çok manipülasyonlara karşı da açık demektir. Çünkü sinemanın eğlenmenin ötesinde toplumun fikrini, zikrini, birliğini, dirliğini etkileyen, yönlendiren son derece etkileyici bir gücü var sinemanın. Bu yüzden sömürü odakları tarafından bilinçli ve yoğun şekilde kullanılmıştır. Halen de en yoğun şekilde kullanılıyor. Tabii, aynı zamanda kendi ideallerini topluma yaymak isteyen fikir adamları, kültür adamları, sanat adamları için büyük bir fırsat.
Çıkış amacı bu diyorsunuz.
Sinemanın amacı diye bir şey yok. Önceleri eğlencelik olarak görmek ağırlık kazanmış; sonraları büyük bir iletişim kaynağı olduğu, mükemmel bir sanatsal dışa vurum olduğu görülmüş ve öyle de kullanmış. Adına 7. sanat denmiş, estetik gücünü dışa vurmak isteyenler sanatsal güçlerini göstermek isteyenlere fırsatlar oluşturmuş. Dolayısıyla çok amaçlı bir alandır sinema. Mevcut uygulama biçimiyle genelde bir eğlence aracıdır. Ana akım sineması da bu eğlence üzerine kurulmuştur. Şu an sektöre hâkim konumundadır ana akım sineması.
Gişe sineması yani.
Evet, gişe sineması, salt ticarete dönüktür. Bunun için anlatım, oyun, drama, müzik, kurgu çok abartılıdır. Gerilimlere başvurur seyirciyi korkutmak, heyecanlandırmak için. Seyirciye gözyaşı döktürebilmek için yaraya tuz basar gibi anlatır anlatacağını. Komediler yapar böyle aptal, saçma, absürt… seyirciyi yeter ki güldürsün. Malum eğlencelik olarak bakılıyor ya. Genelde gençler geliyor sinemaya, daha çok da çocuklar. Sinemadaki görkemli dünyayı görmek, heyecanlanmak, korkmak için… sevgilisi ile eğlenmek için… ama aklı başında kişiler, farklı bakıyorlar sinemaya. Büyük bir sanat, mükemmel bir iletişim aracı olduğunu görüyorlar. Onun sanatsal ve ideolojik yönünü değerlendirmeye çalışıyorlar. İdeoloji derken genel mânâda mesajı kast ediyoruz. Malum herkesin bir ideolojisi var yani vermek istediği bir mesajı var. Duvar dibinde oturan bir yaşlı adamın da, ağzında lolipopla gezen bir çocuğun da, başörtüsü takan bir genç kızın da, hatta 1,5 saat boyuncu gösterilecek boş bir duvarın bile bir ideoloji vardır, verdiği bir mesajı vardır. Konuyu bizim içinde bulunduğumuz noktaya çekersek sinema bizim için bir irşat ve tebliğ aracıdır. Biz öyle bakıyoruz olaya. Çünkü irşat ve tebliğ bizim varoluş mücadelelerimizden biridir. İnancımızı yaymayı, yaşatmayı, onu insanlara duyurmayı, onları hakikate yönlendirmeyi vazife biliriz. Aksi takdirde nefsimiz için kullanmış olduğumuzu düşünürüz Ama bunu kullanırken de habire insanları fikir bombardımanına tutarak, zorla inanacaksın der gibi propaganda yapmayı kastetmiyoruz tabii ki. İşin eğlencelik tarafını, sos tarafını, jelatin tarafını, sanatsal tarafını da göz ardı etmemek gerekiyor. Ki söylediklerimiz karşımızdakine tesir edebilsin. Bazılarımız, fikren o kadar dolu ki bütün bildiğini bir anda vermek için çırpınıyor. Ama bu doğru değil. Mevcut sinema seyircisi genelde o kadar yoğunluğu kaldıramaz. Bunu görmek gerekiyor. Siz iyi bir meyve konsantresi haline gelmişsinizdir. Ama o konsantreyi bir bardak suya ancak bir kaşık koyarak içirebilirsiniz. Nihaî noktada sinemanın kendi doğruları var. Bu doğruları seyirci belirliyor. Seyirci; çok fazla cahilse, kozmopolitse, içi boşsa, daha çok eğlenmeyi istiyorsa en ufak bir mesajı, siyasi mesajı, dini mesajı, propaganda olarak algılıyorsa mesaj verme çabaları ciddi mânâda zorlaşır.
Bu konuda şöyle bir soru sormak istiyorum hocam: Başörtülerinden dolayı üniversiteden dışlandığı, eğitim hakları elinden alınmış bir dönemde, mağdurların acılarına değinen ve yalnız olmadıklarını gösteren, ayrıca kimlik ve hayat dönüşümünü ifade eden ‘’Yalnız Değilsiniz’’ filminiz, bir anlamda inancınızın ve topluma olan sorumluluğunuzun sinema dili ile ifade edilmesidir. Ve bu anlamda hocam, biraz önce bahsettiniz inancın sinemaya yansımasına ilginç bir örnektir. Sinemanın bir tebliğ aracı oluşu sanatsal tarafındaki doğallığı yok eder mi?
Tebliğ meselesine az önce değindik. Sinema ciddi bir iletişim aracı. Bizim gibi Müslümanlar hâliyle ona kendi inancını, kendi düşüncesini yansıtmak için kullanmak durumunda. Bu bir vebaldir, mesuliyettir. Ama bunu yaparken sinemanın aynı zamanda bir sanat olduğunu göz ardı etmemek gerektiğini özellikle vurguladık. Sanatın da bir haysiyeti var, hassasiyeti var. Bunu göz ardı ederseniz propagandaya düşersiniz, mesajınız geri teper, davanıza ihanet etmiş olursunuz. Sanatını inceliklerini bilmek işin ehli olmaktır. Ehil olmayanlar ancak kaş yapayım derken göz çıkaran doğrucuların işidir. Hatta sağlıklı bir iletişim için sinemanın eğlencelik tarafını da göz ardı etmemek gerekiyor. Ama mizansen ve diyalogları harama sürüklemeden yapmanız önemli… Maksat karşıt tarafa bir şeyler vermekse bu önemli.
Yalnız Değilsiniz filminizle İslam'a yönelenlerin olduğunu duydunuz mu hocam?
Evet. Çok karşılaştım. Örnekleri çok. Göremediklerimden ne kadar var, Allah bilir.
Buyurun hocam. Anılarınızı aslında bu anlamda dinlemek istiyoruz.
Birini anlatayım. Yalnız Değilsiniz filmini 1990’da çekmiştik. Vizyona girdiğinde çok büyük ilgi gördü.
Ben de gündemde olduğu o yıllarda izledim hocam.
O sıralar Ankara'da Türkiye Yazarlar Birliğine uğramıştım. Ben de Birliğin kurucuları arasında bulunuyorum. Rahmetli Başkan Mehmet Doğan ve diğer arkadaşlarla sohbet ediyorduk. Oraya üniversiteli genç kızlar da geliyordu. Yazarlarla edebiyat alanında yetişmek isteyenler, staj yapmak isteyenler falan. Misafirlere çay, bisküvi ikram ediyorlardı. Tesettürlü genç bir hanım, çay getirdi. O zaman popülerliğimiz zirvede tabii. Dediler ki kıza: “Bu kim, biliyor musun? Mesut Uçakan!”. Kız, ismimi duyunca şaşırdı, titremeye başladı, çok heyecanlandı. Dedim ki: “Yahu niye bu kadar heyecanlanıyorsun bacım? Sen de bir insansın, ben de… Benim senden farklı bir tarafım yok ki!”
Hanım kızımız ne dedi hocam?
Sözlerime sinirlendi. “… Ben, sizi gördüğüm için mi heyecanlandım zannediyorsunuz?”. “Niye heyecanlandın o zaman?” dedim. ‘’Ben dedi, okula giderken dedi, başımı örtmek istiyordum. Fakat annem babam karşı koyuyordu. İlle başını aç, o şekilde git, diye baskı yapıyordu. Sonra sizin filminizi dehşet gözyaşları içerisinde seyrettim. Annemi ve babamı da o filme götürdüm. Çok etkilendiler! Şimdi başımı örterek gidiyorum okula. Başını örtmeyen annem başını örttü, namaz kılmayan babam namaza başladı!” dedi.
Elhamdülillah.
O anlattıkları karşısında gözlerimin dolmasını engelleyemedim. Odada bulunan herkes etkilendi tabii.
Çok duygulandıran bir anı.
2. bölümün sonu