
21. Yüzyıl İslam İman Ve Denge
Nihat KURTOĞLU
İnsanın yeryüzündeki hayatı ve başlangıcı üzerine akademik ve bilimsel çalışmalar bir taraftan son hızıyla süredursun, aynı hızla hayatın anlamı yaratılış amacı, yaratılış mı, evrim mi? sorularına cevap arayışları hâlâ hızlı ve canlı bir şekilde devam edegelmektedir. Canlılığın ve özellikle insan denen canlının hayata başlaması ve şu ana kadar geçirdiği süreç içinde hâlâ aynı heyecanı, gündemdeki yerini korumaktadır. Materyalist ve evrimci düşüncenin temelini oluşturan Tanrısız(ateist) açıklama çalışmaları bir türlü sağlıklı bir düşünce sistemi üzerine oturtulamamaktadır. Zira bu çalışmalar bilimsel çalışmalara dayanmaktadır veya öyle iddia edilmektedir. Ancak bilimde bir kesin sonuç olmadığından zamanla hüküm veya yasa olarak kabul edilen birçok husus yeni bilimsel tespit ve görüşlere dayalı olarak önceki geçerliliğini yitirip bir sonraki görüşün hakimiyeti sürdürülmekte ve onun da geçerliliği ondan sonraki bilimsel bulgulara kadar olmaktadır. Bu döngü ilanihaye devam edecektir. Zaman zaman dinle(dinden kastım İslam’dır)karşı karşıya gelebilecek ve bazen de yolları kesişebilecek veya öyleymiş gibi gösterilecektir.
Aslında bilim ve hak din asla karşı karşıya gelemezler, zira doğru ve usulünce yapılan bilimsel çalışmalar, İslam’a göre dinin, yani doğru okuma, araştırma, anlama ve yorumlama yapıldığında, Yaratıcının yaratma anında, sürecinde ortaya koyduğu Sünnetullah (Allah’ın Kanun ve yasaları) çerçevesinde aynı hususları beyan eden iki ayrı ayet yani delil olduğu vahyen ve aklen ortaya konulabilmektedir. Doğru bilimle doğru dinin çatışması mümkün değildir. Bu iki kıymeti ve hikmeti birbirine düşmanmış gibi algılamak en basit ifadeyle hamakat veya cehalettir.
Batı medeniyetine körü körüne bağlanan İslam dünyasındaki kafa karışıklığı ve kimlik bunalımı birçok şekilde toplumsal hayatta tezahür edegelmektedir. Buna en somut örnek düğün salonlarında Müslümanların yaptığı düğünlerdir. Sözüm ona, hacısının, hocasının, sufisinin veya geleneksel dindarının yaptığı veya yapmak zorunda olduğu düğünlerde, helallerin ve haramların kalplerden, beyinlerden silinmesinin, sanki bu haramlar yokmuş gibi davranılmasının nasıl bir açıklaması olabilir? Mahremiyetin na-mahremiyetin zerre kadar dikkate alınmamasından öte, başı kapalıların(tesettürlü değil) erkeklerle birlikte dans etmelerini İslam’ın neresine sığdırabiliriz?! Düğün salonlarındaki Müslümanların kültürel travmatik sendromlarının trajikomik örnekleri Allah aşkına, nasıl bir psikososyal(toplumsal ruh hali) yansımalarıdır?
Öte yandan Dindar olmayan kesimlerin cenaze namazında, törenlerinde, mezarlıklarda veya türbelerde başörtüsünü iğreti bir şekilde başlarına takmaları hangi inancın veya kültürün tezahürüdür?! Tesettürün başörtüsünden ibaret olmadığı, nerelerde, ne zaman, kime ve niye vs. farz kılındığı Kur’an ve sünnetle sabittir. Tesettür sadece yukarıda mezkûr olan zaman ve mekanlar için değildir. TV’lerde, camilerde, hutbelerde vb. farklı yer ve zamanlarda az da olsa bu konular sürekli işlenmesine rağmen, her fırsatta Müslümanlığını vurgulayan ve hatta mangalda kül bırakmayan bu insanlara düğün ve bayram gibi özel günlerde ne oluyor ki, Allah’ın emri olan birçok şeyi beyninin çöplüğüne atabiliyor?!
Müslümanlık iddiasındaki insanımızın medeniyet travmalarından bazılarının semptomları ve tezahürü sayılabilecek durumları acil gündemine alıp düşünmesi ve de düzeltmesi gerekmektedir. İslam dini çifte kişiliği kabul etmez. Bunun adı “münafıklıktır”. Küfürden öte bir itikadi hastalıktır. Ya Müslümansınızdır ya da değilsinizdir.
Günümüzde Allah’a inandığını söyleyen, ancak O’nun emir ve yasaklarına uymayan, “Tamam, Allah yani Yaratıcı olduğuna inanıyorum, ama Dünyada kendi hayatımı kendi istediğim gibi düzenleme ve yaşama hakkım vardır.” şeklinde ifade edilebilecek bir felsefi akım bulunmaktadır. Bu akımın adı da “Deizm”dir. Her Müslümanım diyen insan aynı zamanda Allah’ın emirlerine(farzlarına) uyduğu oranda muttaki Müslüman olacağı gibi, uymadığı oranda da Deisttir. Evet bizim tabi olduğumuz itikadi mezhebe(Maturidilik) göre “Amel imandan cüz değildir.” Müslüman ibadet etmese ve amel işlemese de Müslümandır. Ama Kur’an’daki birçok ayette imandan hemen sonra amel gelir. (Örneğin: Asr suresi; Asra yemin olsun ki, İman edip salih amel işleyenler, hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin dışındaki insanlar hüsrandadırlar.) Hadis rivayetlerinde bulunan “Kişi büyük günah işlediği süreç içinde imanı onu terk eder. Ta ki, o eylemi sonlandırana kadar. Sonra imanı geri döner.” şeklindeki ve mealindeki Resulullah’ın sözleri bu durumun vahametini göstermektedir.
Başta İmam Gazali (r.a) olmak üzere, İslam alimleri amelsiz, sahibini iyi şeyler yapmada harekete geçiremeyen imanı, fanusu (cam koruma) olmayan muma benzetirler. En ufak bir rüzgâr, yani küfür cereyanı onu söndürebilir.
Haramları engelleyemeyen, farzları da yaptıramayan iman nasıl bir imandır? Bu durum enerjisi tükenmiş bir pil ve bataryaya benzer. Ampul aydınlatmak içindir. Ayakkabı sağlıklı yürüyüş içindir. Elbise insanı soğuk ve sıcaktan korumak ve edep yerlerini örtmek içindir. Yani her nesnenin bir varlık gerekçesi vardır. Varlık gerekçesini yitirenler, varoluşun anlamını da kaybeder. Yani ontolojik bir kaos ve kıyamete düşerler. Artık ne kendisi mutludur ne de başkalarına huzur verebilirler.
Allah’a imam ettiğini söyleyip, başka hiçbir iyi amel işlemeyenlerin durumu patlak ampul gibidir. Kendisi de dahil hiçbir kimseyi aydınlatamaz. Namaz kılmadan veya hiçbir ibadeti yapmadan “Ben Müslümanım, ama benim kalbim temiz önemli olan kalbin temizliğidir.” gibi avukatı şeytan olanların tehlikeli savunmaları, ne kendilerine ne de başkalarına fayda verir.
Yaşadığımız bu dünya hayatı, zorlu bir mücadele ve bir maraton koşusu gibi olduğuna göre bu düşüncede olan insanların sahip oldukları iman, o kişilerin ömrünün sonuna kadar acaba Müslüman kalmasını sağlayabilir mi? Bunlar tabi ki sorgulanmalıdır.
Öyleyse, her ne kadar iki yüz yıllık bir medeniyet krizinden bahsediyorsak da ve kurumsal anlamda İslam’ın en ideal şekliyle yaşanabileceği kendisine ait yeterli müesseselerinin bulunmaması hali Müslümanlar için bir mazeret teşkil edemez. Hz. Adem’le başlayan Allah’ın tek dini İslam’ın Hz. Muhammed (a.s.) dönemi, olduğu gibi, bütün aydınlığıyla tarihseldir ve gerçektir. İlk günkü gibi Kur’an ve Sünnet ortadadır. Kur’an dışında geldiği gün gibi duran ve aslını ve doğruluğunu kaybetmeden günümüze kadar gelen başka hiçbir kutsal kitap da yoktur. Kurumsal olarak belli müesseseleri olmasa da ortalama 1400 yıllık bir tarihi gerçeklik ve yaşanmışlık(tecrübe) bulunmaktadır. Bugünün Müslümanı yolunu kaybetmiş bir divane, avare görüntüsü veremez. Geçmişe göre daha zor olsa da, zaman zaman büyük travmalar yaşansa da, Müslümanlar Batı kültürü ve materyalizm altında kıvransa da her zaman ümit vardır. İslam’ın yazılı ana kaynakları (literatür), bugün hâlâ bütün ihtişamıyla ortadadır.
Resulullah’ın “Bir zaman gelecek, İslam’ı yaşamak avuca kor almak kadar zor ve meşakkatli olacak. O gün müminlere bir sevaba 50 kat fazla verilecek.” buyurması, sanki bir mucizeyi işaret ediyor ve ahir zamanda yaşayan ümmetin esaslı üyelerinin karşılaşacağı zorlukları dile getiriyor.
Ne mutlu 21. Yüzyılda bütün zorluk ve meşakkatlere, çağdaş insan ve cin şeytanlarına, Yaratanla aramızdaki iletişimi engellemeye çalışan sinyal kesicilere rağmen Allah’ın rızasını kazandıracak ibadet ve eylemlerden bir an bile geri durmayan feraset ve basiret sahibi çilekeş, yiğit Müslümanlara!
YAVAŞ YAVAŞ
İnsan olan korur emaneti, dengeyi,
Sayar büyüğünü, emmi, dayı, yengeyi,
Onurdur, göze alır, bu uğurda ölmeyi,
Aksın gözlerinden sel yavaş yavaş…
Zulüm kol geziyorken bunca mekânda,
İnsanlığın perişan olduğu bir zamanda,
Sen yaşama kendin için cihanda,
Elindeki ekmeğini böl yavaş yavaş…
Dinle gülüm, ötelerden gelen daveti,
Bilal dahi onda buldu onur ve izzeti,
Terk eyleyip malı mülkü, lezzeti,
Hakk’a giden yola gel yavaş yavaş…
Dünya sana muhtaç, sen de Allah’a,
Kim bilir çıkacak mısın yarın sabaha,
Uy Rabbinin emrine, kavuş felaha,
Mazlumların gözyaşını sil yavaş yavaş…
İslâm kulum, derdim dağlardan büyük,
Yüklenmiş omzuma semadan bu yük,
Cümle âlem bîtap olmuş, harabe höyük,
Yaratanın kıymetini bil yavaş yavaş…
İslâm GÜLİSTANLI
(Nihat KURTOĞLU)
Kayseri-2014