Nihat KURTOĞLU

'İnanıyorsanız Üstünsünüz': Müslümanlar Neden Perişan?

Nihat KURTOĞLU

“İNANIYORSANIZ ÜSTÜNSÜNÜZ” MÜSLÜMANLAR NEDEN PERİŞAN

Hz. Muhammed’in risaleti ile başlayan İslam’ın son versiyonu ile günümüz dini yaşantısı  arasında elbette ki İslam dinini anlama, kavrama ve uygulama (hayata aktarma) anlamında birçok farklılıklar ve değişimler olmuştur. (Bu arada şu yanlışı da düzeltmek gerekir ki, İslam son din değil, Hz. Adem’le başlamış olan ilk ve son dindir.) Zira hiçbir kaynak çıktığı gün ve an gibi safiyetini koruyamaz ve mecrası üzerinde farklı kültür ve medeniyetlerden etkilenerek ve de etkileyerek birtakım değişimlerin ve farklılaşmaların yaşanmış veya yaşanıyor olması kaçınılmazdır.

Bu durumda yapılacak en önemli şey hangi yüzyılda yaşarsak yaşayalım, Kur’an’a ve Hz. Muhammed’in sünnetine uygun bir mantaliteyle yola çıkabilmek, İslam’a uygun bir paradigma ve anlayış geliştirebilmektir. Hz. Muhammed’e gelen vahyin 1400 küsür yıl sonra nasıl ve ne şekilde zamana ve günümüz hayatına aktarılması gerektiğini çok iyi anlamak ve bunu başarabilmektir. Ancak şu da bir gerçek ki, İslam dinini en ideal şeklini, en güzel ve en doğru olarak  kurum ve kuruluşlarıyla, kendine ait bir kurumsal (devlet müessesesi) içinde yaşamak mümkündür. Bunun dışında her halükârda İslam’ı yaşamak ve yaşamaya gayret etmek mümkün olsa da, ideal ve mükemmellik anlamında her zaman bir tarafı eksik kalması da kaçınılmazdır. Özellikle son iki yüz yıldır Müslümanlar gerek toplum olarak, gerekse İslam Kültür ve Medeniyeti olarak bir büyük fetret döneminden geçmektedir.

Cumhuriyetin ilk yüzyılı gibi Osmanlının son yüzyılı da ideal anlamda İslami hayatın Müslüman kişiliğini yani Allah’ın istediği insanı ve dolayısıyla toplumu inşa etme ve oluşturmada ne yazık ki yeterli başarıyı gösterememiştir, hatta başarısız olmuştur. Bu yüzdendir ki, Allah’ın dini İslam ümmetini, İslam’ın insanını veya kişiliğini inşa edemediği gibi, Hüda-i mümbit(Allah’ın yardımıyla kendiliğinden olan) İslam dünyasını derleyecek, toparlayacak ne bir devlet yapısı ve ne de bir güç kuvvet vardır. Hatta bütün bunların sonucu olarak Müslümanları fitneden ve zulümden koruyup kollayacak, onların haklarını savunacak tek bir kurum ve kuruluş da yoktur. Sayıları 2 milyarı bulan Müslümanların çoluk çocuk, kadı kız yaşlı genç demeden 50 binden fazla Müslümanı vahşice katleden, şehit eden, iki milyon Gazzeliyi yerinden yurdundan eden birkaç milyonluk Evangelist Hristiyan ve Yahudi Siyonist zulmü karşısında karşı taktik geliştirememesi, dişe dokunur bir direniş, savunma veya mücadele gösterememesi bunun acı bir kanıtıdır.

Geldiğimiz nokta itibariyle dünya Müslümanlarının yani ümmetin durumu ne yazık ki hiç de iyi durumda değildir. Dünyanın her neresinde Müslümanlar yaşıyorsa, aynı coğrafyalarda zulüm gözyaşı ve ölüm süregelmektedir. Bu İslam ümmetinin yüzyıllarca yegâne hamisi olmuş olan Osmanlı devletinin ortadan kaldırılmasıyla başlamış olan acı bir süreçtir.

Sözüm ona Dünyanın insani sorunlarını çözmeyi veya halletmeyi vadeden başta Birleşmiş Milletler olmak üzere birçok kurum ve kuruluşların Müslümanların sorunları söz konusu olduğu zaman ve mekanlarda dişe dokunur hiçbir eylem ve aktivite yap(a)madıkları son derece aşikardır.

İki yüz yıldır bir fetret devri yaşayan Türk-İslam Kültür ve Medeniyeti ve mensupları ne yazık ki kendi öz dinamiklerini ve potansiyelini harekete geçirememektedir. Bu nedenle tarih yazmış, devletler yıkmış ve kurmuş, çağ açıp çağ kapatmış, gerektiği zaman ve yerde kanını ve canını ortaya koymuş olan bu aziz millet son iki yüz yıldır kendi başının derdine düşmüş, savaştan savaşa koşmuş, izzetini ve şerefini ayaklar altına almaya yeltenenlere canı pahasına karşı koymuş, bu uğurda yüzbinlerce şehit vermiş, canına ve namusuna kasteden düşmanı öz yurdundan atmış ancak kendi öz milli ve manevi değerlerine hor bakan, arka dönüp savaş açan bir avuç celladına aşık Batı sevdalısı ile başı belaya girmiş, körü körüne dayatılan bir Batılılaşma projesiyle Doğu ve Batı kültürü arasında sıkış(tırıl)mış, mankurtlaş/tırıl/mıştır. Kimlik bunalımları yüzünden yaşadığı psikososyal travmalar, toplumun son yüzyıllarda huzurunun bozulduğu ve negatif yönde etkilendiği birçok uzman kişi tarafından dile getirilmektedir.

Geçmişte neredeyse bütün Dünyaya insan hak ve adaletini azami derecede uygulamaya gayret etmiş bir büyük İslam referanslı medeniyeti kuran ecdadın torunları bugün Doğu-Batı kültürü arasında kalmış, öz kimliğini yitirmiş, hâkim Batı kültürünün egemenliği altında kalmış mahkûm bir Doğu, Türk-İslam kültürünün kalıntıları içinde perişan bir durumda hayatlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar. Batılı desen, Batılı değil, Doğulu desen, Doğulu değil. Kültür ve medeniyet garibesi böylesi bir kimlik kaybını bu millet tarihinin hiçbir döneminde yaşamamıştır. Dilerim Allah’tan ki bin yılların efsanevi kahramanı, yeryüzünde adaletin kurucusu ve koruyucusu olma şerefine nail olmuş bu millet Allah’ın ona verdiği misyona yakışır bir kıvama, güce ve kuvvete en yakın bir zamanda yeniden kavuşsun. Aksi durumda Müslümanı ve gayri müslimi ne kadar farklı ırk ve dinden insan varsa hepsi haksız, adaletsiz bir dünya düzeni içerisinde mutsuz ve umutsuz bir şekilde hayatlarına devam edecekler.

Ancak Sünnetullah’a göre her duanın kavli ve fiili yönü bulunmaktadır ve öyle sanıyorum ki fiili yani insanın kendine düşen tarafı kendisinin yapması tevekkül kapsamında öncelikli bir durum olmaktadır. Yani şunu demek istiyorum: insan kendine düşen sorumluluğu yerine getirmeden ve kendisine düşeni yapmadan saatlerce edebi birçok cümleler kurarak, Kâbe’nin içine girerek ve hatta bağırarak da dua etse bu duanın kabulü Allah’ın ilkeleri çerçevesinde kabul edilmeyeceği birçok İslam alimi ve düşünce adamı tarafından dillendirilmektedir. Derdimiz Müslümanların yeniden İslam ile ihyası ve inşası ise işimiz eylem olmalı. Yolunda olup yolunda ölmeyi göze almalıyız. Aksi halde Allah biz Müslümanların yerine öyle bir topluluk getirir ki, onlar Allah’ı sever ve emirlerine uyarlar, Allah ta onları sever ve alemlere üstün kılar. Şair ne güzel demiş: “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.” Veya bir başka deyişle “laf ile peynir gemisi yürümez.”

Zaman içi amellerle doldurulmayan sloganlarla oyalanma ve vakit geçirme zamanı değildir. Görevinin ve sorumluluğunun farkında olup da,  başka kimse var mı, yok mu diye çevresine bakmadan her hayır iş için, Allah rızası için eyleme geçen, ümmetin ve İslam’ın yiğitlerine selam olsun.

 

Yazarın Diğer Yazıları