İnsanoğlu yaratılmışların en şereflisidir. Yüce Allah’ın© yeryüzündeki halifesidir. Fıtrat(yaratılış) son derece masum, son derece güzeldir. “Muhakkak biz insanı en güzel kıvam ile (Ahsen-i Takvim) yarattık. Ancak yaratılıştaki bu masumiyet ve güzellik yaratanın emirleri ile ve beraber sürdürüldüğünde bir devamlılık gösterebilir. Daha cennetten ayrılmadan ilk insan ve eşi bir imtihana tabii tutulmuş ve ilk raunda tabir caiz ise şeytana nakavt olmuşlardır. Onun şerefi Yaratana bağlıdır. Ne zaman ki yaratandan, onun emir ve yasaklarından uzaklaştıysa, politeist (çok tanrılı) tuzaklara yakalanmıştır. Şeytan misyonu gereği onun düşmanı ve rakibidir. Onun yaratanla barışık olmasını asla ve asla istememektedir. Annesinden ayrılan bir çocuğun mutsuzluğu gibi Allah© ile bir şekilde yollarını ayıran insan/lık da huzursuz, amaçsız ve bütün kötülüklere karşı korumasızdır. İçerisinde Allah’©tan bir parça(ruh) taşıyan insan zaman zaman Allah’©ın bütünü gibi(haşa) davranabilmektedir. Halbuki cüz(parça), asla küllün(bütün) yerini tutamaz.
Bu aslını, yaratılış amacını kulluk statüsünü unutan insanın gerçek hedefinden sapması, onda zaman zaman ruhsal hastalıklara, davranış bozukluklarına neden olmaktadır. Bu olumsuzlukların yayılması ve yaygınlaşması yaşadığımız dünyada insan fıtratının ve doğal dengenin (eko sistem) bozulmasına, sosyolojik kıyametlere ve kaotik ortamların oluşmasına yol açmaktadır. Bu hastalıklardan biri de narsizmdir. Narsizm; kendi kendine hayran, aşık olma, özel biri olduğuna inanma ve uç noktası kendini ve nefsini ilahlaştırma duygusudur. Bunun islam literatüründe karşılığı; kibir ve bunun doğal sonucu şeytanlaşmadır. Hani Kuran’da İblis denen ve cinlerden olan bir mahlukun Adem’e (as) saygı anlamında secdesi istenmişti de, İblis direterek, ilahi emre karşı gelerek şeytanlaşma sürecini başlatmıştı. İblis’in bu davranışa gerekçesi ise Allah’©ın kendisini ateşten Onu da topraktan yaratmış olmasıydı. Peki, bu üstünlük duygusu İblis’te nasıl oluştu? Kur’an’da ve inanılır hiçbir kaynakta ateşin topraktan üstünlüğü aklen ve naklen belirtilmediği halde. Hiçbir anlamı, kanıtı, rasyonelitesi, gerçekliği ve gerekçesi olmayan sanal üstünlüklerin piridir O. Olmadık yerden üstünlük çıkarma sanatının(!) piri, ustasıdır o! Bu duygu iradeli yaratıklar olan insanlarda, cinlerde ve onların Allah’ın© karşısında yer alanlarda, yani şeytanlarda bulunmaktadır. Bu duygu eğitilmesi ve kontrol altına alınması gereken bir sınav unsurudur. Firavun ve Nemrut Allah’ın© Kur’an’da bildirdiği insanın ilahlaşmasının simge örnekleridir.
İlahi ölçülere riayet etmeyen her insanın hayatında azami ölçüde böyle bir risk vardır. Bu riski öngörebilen Osmanlı padişahları kendilerince bir takım tedbirlere ve çözümlere müraacat etmişlerdir. Yavuz Sultan Selim’in kulluğun ve köleliğin işareti olan küpeyi kullanması, bir diğerinin emri altındakilerden birini görevlendirip her gün kendisine “Gururlanma padişahım, senden büyük Allah© var.” Demesini emretmesi, hep nefsin ilahlaşması riskini bilen ve öngören makam mevki sahiplerinin başvurdukları yöntemlerdir. Birçok padişahın ehil hocalarca eğitildiğini biliyoruz. Fatih Sultan Mehmet’in en büyük şansı ise, Molla Hüsrev, Molla Gürani ve Akşemseddin gibi kendisini şeytanın ve saltanatın her türlü tehlikesine karşı koruyan, gözeten ve eğiten Allah© dostu hocalarının bulunması idi şüphesiz. Böylesi dostlardan mahrum olan ve kendisini kadim Babil kralı Nabukadnezar sanan Saddam Hüseyin, Kaddafi gibi diktatörlerin başlarına neler geldiğinin çoğumuz canlı şahitleri değil miyiz? Esed denen Suriye canisi ve Mısır darbecisi son firavun Sisi ve haydutlarının başlarına dünya ve ahirette neler geleceğini inşallah birlikte şahid olacağız. İnsaları Allah’©a kul olma bağından koparan şeytanların onları hangi cehennemin kapısına,direklerine bağlayacağını kim bilebilir ki?!
Şeyh Edebali’nin Osman Bey’e nasihatları arasında yer alan; “ unutma ki yükseklerde yer tutanlar, yerdekiler kadar emniyet içinde olamazlar.” Sözü ne kadar da manidardır bu anlamda değil mi kardeşler?! Hz.Ömer’in geceleri uykusuz geçirmesine neden olan da bu sorumluluk duygusu değil midir? Öyleyse yönetici konumunda olanlar kılı kırk yararcasına dikkatli ve sorumlu davranmalı, kul hakkının kula ait olduğunu, hak sahibi kul affetmeden Cennete girmenin mümkün olmadığını iyice hesab etmelidir.
Bu meyanda okullarımızda görevli bazı idareci kardeşlerimizde de yukarıdan beri anlatmaya çalıştığımız kendini beğenmişlik, tekebbür, insanlar üzerinde egemen olma duygusunun oluşturduğu şeytani hastalıklara ve bunların tezahürlerine ne yazık ki zaman zaman şahit oluyoruz. Öyle görünüyor ki her türlü dünyevi makam ve mevki, insanı haktan ve adaletten ayırabilecek, hatta sadece dünyasını değil, ahretini de kaybettirebilecek bir mahiyet arzedebilme ihtimali ve potansiyeline sahiptir. İşte bu yüzden Milli Eğitim Bakanlığının idareciler arasında uygulamış olduğu rotasyon(yer değişimi) proğramına tamamen katılıyor ve destek veriyorum. Böylelikle okullarda oluşmuş veya oluşması muhtemel illegal yapılanmaların önü büyük oranda engellenmiş olacaktır. Ayrıca bu insanları fark edemedikleri “Tebdil-i mekanda ferahlık vardır.” Sözünün olumlu anlamlarına da şahit olacaklardır şüphesiz. Aynı okulda, aynı fiziki ve sosyal şartlarda çok uzun yıllar yaşamanın getirdiği ataleti, durağanlığı ve verimsizleşmeyi de ortadan kaldıracaktır. Aynı uygulamanın stratejik konum ve durumlarına göre bütün devlet memurlarına da tatbiki yapılmalıdır. Kur’an’da: “Ya Rabbi, şartlarım müsayit değildi, ortam uygun değildi, yapamadım.” mealindeki mazeret beyanlarına Yaratanın cevabı, bu mazeretlerin geçerli olmadığını ifade eder mahiyettedir. Şöyle ki; “Hicret etseydiniz ya. Allah’©ın arzı geniş değil miydi?!” Aynı vurguları yapan şu hadis de hatırlanmaya değer bu bağlamda; “Hepiniz çobansınız ve güttüklerinizden sorguya çekileceksiniz…” Görüldüğü gibi Kişinin sorumlulukları hususunda mazeret beyanı çok da kabul olunur gibi değil Kur’an’ın mentalitesinde. Öyleyse başta yöneticiler olmak üzere makam ve mevkilerde oturanlar sorumluluk açısından diğer Müslümanlardan daha fazla ve çetin bir sınava tabi oluyorlar demektir. Aynı oranda rikkat ve dikkat sahibi olabiliyorlarsa ne ala, aksi halde kul haklarını ödemeye farzları ve nafileleri yetmeyen ve iflası açıklanarak Cehenneme sevk edilen gerçek müflislerden olmaları kaçınılmaz olacaktır. Maazallah!
Yorumlar 1
ethem güzey 03 Ekim 2013 09:10
sayın hocam yazılarınız ve aydınlatıcı bilgileriniz için teşekkür ederim ilgi ve merakla yazzılarınızı bekliyorum