Düşünüyorum o halde varım.”Eski Yunan felsefecilerden Dekart’a ait bir söz olan bu ifade elbette içerisinde çok önemli doğrular barındırmaktadır. İnsani diğer bütün varlıklardan ayıran bu meleke kaybedildiğinde insanın başına neler gelebileceğini göstermesi açısından içinde yaşadığımız çağ emsali bulunmaz olsa gerektir. Yaşadığımız çağda ki sıkıntılarımızın büyük çoğunluğu insanların bu melekelerin dumura uğratılmasından yada uğramasından kaynaklandığı muhakkaktır.
İnsanın fizyolojik yapısında içerisinde beyin denilen kumanda merkezinin dik surette duran insanın zirvesi sayılabilecek olan kafa tası içinde yerleştirilmiş bulunması, oradaki nesnenin paha biçilmez mücevherler gibi korunması inanç ve fikir hırsızlarının müdahalesinden gizlenme laf cambazlarının düzenbazlıklarına karşı dikkat çekilmesi anlamına gelemez mi? Kuranda oldukça fazla miktarda “Akıl etmez misiniz Düşünmez misiniz ibret almaz mısınız bunları ancak akıl sahipleri anlar. v.b” birçok ifadeler akıl ve türevlerinin ne denli kıymetli hazineler olduğunun bariz birer göstergesi değil de nedir.Zira bu kainatta yaşamanın sırrını ancak akıl ile çözebilmekteyiz.Mevlana’nın deyimiyle Kainat serpilmiş kuran ,kuran ise dürülmüş kainattır.”Bu muammayı çözebilecek unsurların başında tabi ki peygamber gelmektedir ancak peygamberler de öğretileri akıl sahiplerine yöneltmişlerdir.Nedense zamanımızın Müslümanların da bu melekler bir başka boyutlarda bozguna uğratılmış , çağın getirdiği sorunlara İslami bir bakış açısı yakalayıp sorunların üzerine gitmek yerine çağlar öncesinin anlayışlarıyla çağımızın sorunlarına çözümler üretmeye hatta üzerinde hiçbir değerlendirme yapmaksızın olduğu gibi teslimiyeti kendisine ilke olarak seçmiş görünüyor.Kendi zamanında kullanılmayan aklın çağlar öncesinin derin dondurucularında işlevlerinin dondurulmuş bulunması çağın Müslümanlarının kaybetmesine temel teşkil eden tutumdur.Ancak bu tutum ilke mi?İlkesizlik midir.Tartışılabilecek bir olgudur.İslam dininin getirmiş olduğu inanç esasları arasında böyle körü körüne bir teslimiyet yoktur.Asrı saadette yaşamış müminler hiçbir zaman Allah Rasulü de körü körüne bir teslimiyet taraftarı olmamıştırlar.Örneğin ağaç dikimi ve aşılanması hususunda sahabeden biri “Sizin bu uygulamanız vahiy den mi yoksa sizin kendi görüşünüz mü.Şeklindeki soruyu Rasulullah' a yöneltmiş Rasulullah da “hayır bu uyguluma benim kendi kanaatim” diye karşılık vermiştir.Bunun üzerine sahabe bu işin doğrusu şu şekildedir.Diyerek doğru olan yöntemi Allah Rasulune bildirmiştir. Allah rasülü de siz bu hususta benden daha bilgilisiniz diye karşılık vermiştir. Çoğaltabildiğimiz örnekler bize asrı saadette karşılarında bizzat peygamber bile olsa o zamanın müminleri kendi görüşlerini beyan etmekten kaçınmamışlardır.İnsan aklıyla insandır.Bunun için de insan yaptıklarından sorumludur. Başka türlü sorumlu tutulmasının geçerli bir mantığı olabilir mi?. Elbette ki insan kendi iradesi ile yapıp ettiklerinde sorumludur. Çağımız Müslümanların da bol bol bulunan bu tür yaklaşımın zamanımızın sorunlarının katlanarak bu seviyelere kadar gelmesinde açık bir etken olduğunu düşünüyorum.Takınılan nötr tavrın (gereken önemi vermeyerek vurdum duymaz bir tavır sergilemek sahipleri kıyamet günü bu tutumlarının hesabını nasıl verecekleri hususunda da yine nötr olabilecekler mi? Şairin dediği gibi;
Nesiller mahvolurken küfrün batağında
Uyuyanlar mümin mi? Sıcacık yatağında
Bu dünyada gerekenleri yapmayanlar hakkında gerekenleri yapılacağı şüphesizdir.”Kim zerre kadar iyilik yaparsa onun karşılığını kim de zerre kadar kötülük yaparsa onun karşılığını görecektir.” İlahi hukuk maddesi gereğince mahkeme kararını verecektir. Bu çetin karar aleyhimizde tecelli etmeden bizi diğer varlıklardan ayıran aklımızı kullanmamız kaçınılmazdır.
Ne beyazlar eklenmiş gitde bir bak aynaya
Kalır mı ki bu kubbe altında oynayana
Kaçsan da çıkış yok, bir o yana bir bu yana
Hakkın kullarına hüzün yok o gün
Şöyle bir soru sorulmak istenilebilir ;yalnızca akıl bir yola çıkmak ne derece doğru bir yaklaşım sayılabilir? Hak vermemek mümkün değil zira yalın bir aklın insanı çoğu zaman yanılttığı sabittir. Bu nedene ki bir çok İslam alimi bu noktada aynı endişeleri paylaşmış ve bu konuda kafa yormuş bulunmaktadırlar. Bir çok müslümanın da itikadi olarak bağlandığı imamı Matüridi v.b İslam düşünürleri aklın nakil yani kuran ve sünnet ile birlikte kullanılması gerektiğini yalın aklın sağ salim maksuda ve doğru menzile ulaştırmak hususunda insanı yanıltabileceğini ifade etmiştir.Kuranın paha biçilmez hazinelerine götüren anahtarların başında şüphesiz akıl bulunmaktadır.Öyleyse geriye bu anahtarların nasıl nerede ve ne şekilde kullanılması gerektiği husus u kalmaktadır.
Sanırım zamanımızın Müslümanlardaki statükoculuk ve fıkhın tekamüllünün tamamlanmış olduğuna olan kesin inançlar çağımız Müslümanlarını kendilerine yapacak fazla bir işin kalmadığına inandırmış görünüyor.Böyle olsaydı dünya Müslümanlarının hiçbir sorunu olmamalı değimliydi.Her şeyi bir kenara bırakalım şu içinde bulunduğumuz zilleti nasıl açıklamak mümkün olabilir?Dünya Müslümanlarının yaşadığı hemen bütün devletler baktığımızda hepsinin halinin diğerini aratacak durumlarda olduğu çağın bir gerçeği değil de nedir. Ya kendilerine İslam devleti adı verildiği halde insan hak ve hürriyetleri v.b açılardan özellikle Müslüman kimlikli vatandaşlarına doğu bloğu ve komünist ülkelerde bile nadir rastlanabilecek muamelelerin reva görülmesi hangi gerekçelerle açıklanabilirki? Evindeki çoluk çocuğuna bile bir şeyler vermekten aciz meydanı boş bulduğunda mangalda kül bırakmayan çağ Müslümanlarının halet-i ruhiyesi nasıl izah edilebilir.Böyle bir toplum hangi şekilde tavsif edilir,hangi kategorilere sığdırılır? Nereden başlanmalı ki kısa yollardan sonuca ulaşabilirsin?Karşısındaki insanlar her an için Müslümanlıklarından dem vuran insanlar değil mi?Öyleyse HZ Muhammed as in müşriklerle yaptığı mücadelelerle kullandığı yöntem zamanımızın insanları içn de uygun olur mu?Bir alanda mükemmel bir Müslüman görüntüsü veren kimileri başka bir alanda gayr-i Müslimleri bile gerilerde bırakabilecek kadar maharet sahibi ..Bu insanlara bilmem hangi doktor hangi reçeteyi yazmalı yoksa en kolayından harici mantığı ile hepsini cehenneme gidecekler listesine mi almalı?En katı müşriklere bile ne denli şefkatli yaklaşınımlarını bildiğimiz HZ Muhammed SAV'ın yine her konuda olduğu gibi bu hususta da bize örnek teşkil ettiği muhakkaktır.Zira o bütün davranışlarını kurana dayandırmış kendiliğimden asla bir şey yapmamıştır.
Zikri ilahide geçen “Eğer sen katı biri olsaydın çevrende bulunanlar dağılıp giderlerdi” Mealindeki Allah fermanı bize de hitap etmekten şüphesiz.
İnsan için çalıştığından başkası yoktur.Allah insana gücünün yetmeyeceğini yüklenemez. Muhammed sizden birilerini babası değildir.”.v.b Kuran ayetleri asr-ı saadette olduğu gibi zamanımızda da aynı mücadeleyi yürütmeye çalışan aynı ızdırapları yaşayan aynı çileleri çekmekte olan günümüzün iman erlerine de hitap etmektedir. Bu ifadeler omuzlarımızdaki yükü hafifletmediği gibi İslamın mesajına kulak tıkayanların kaçınılmaz zilletlerini de üzerimize yüklenmemektedir.Esasen öncelikli yapmanız gerekenlerden biri de başkalarından önce kendimize okları yöneltmektir. Zira kendisini kurtarmaya gücü olmayanların başkalarını kurtarmaya yeltenmedi ancak gülüp geçilecek cinsten bir olay olarak tezahür eder.Bu yöndeki ciddi çalışmaların akabinde ancak diğer insanlara yönelmek icap eder. Aksi halde “Ey iman edenler niçin yapmadığınızı söylüyorsunuz fermanıyla karşı karşıya kullanabileceği gibi insanlar arasında da ilkelerine sadık olmayan menfaatlerine göre yön değiştiren münafık tipi insanlar olarak tasvir edilmek kaçınılmazdır.