
Virane Medeniyetimizin Enkazındaki Canlar
Nihat KURTOĞLU
(Topal Köpek Hikayesi)
Her canlının doğuştan getirdiği yani Yaratan’ın ona bahşettiği bazı hak ve özellikler vardır. İnsanlar gibi onlar da kendilerine özel habitatlarda yani yaşam alanlarında yaşarlar ve ekosistem içinde Yaratan’ın onlara verdiği görevleri yaparlar. Bu İlahi program ve temel bilgiler onların sevki tabii de denilen ekosistem içindeki hayat planları, içgüdüsel görevleridir. Yani aynı zamanda da Allah’ın fıtrat ve tabiat programının bir tecellisidir.
Varmak istediğim nokta şudur ki, İslam ümmetinin tarihi seyri içinde en son gelinen nokta ne yazık ki, fıtrat dini İslam nokta-i nazarından bakıldığında yalnızca insanlar değil hayvanlar, bitkiler ve hatta cansız denilen nesneler bile hali hazırda fıtratlarına yani yaratılış amaçlarına uygun bir hayat yaşamaktan çok uzak bulunmaktadırlar. Sanayileşme ve makineleşmeyle beraber başta insanın kendisi olmak üzere dünyevileşme veya materyalist hayat felsefesi dünyadaki bütün varlıkların hayatını olumsuz bir şekilde doğrudan veya dolaylı olarak etkilemiştir.
Bu yüzden İslam Kültür ve Medeniyetinin son temsilcisi olan Osmanlı devleti tarih sahnesinden ayrıldıktan sonra başta Müslüman insanlar olmak üzere Hıristiyanlar, Yahudiler, Hindular, Budistler vb. bütün dinlerin mensupları da Dünya’daki bu düzen bozukluğunda kendilerine düşen payı almak ve yaşamak zorunda kaldılar. Tabi ki bu Yeni Dünya Düzeni insanlığın çoğuna adalet, huzur ve mutluluk anlamında çok bir şey katmadığı gibi, daha önceden bir şekilde kazanılmış olan olumlu hak ve hürriyetlerden de birçoğunu kaybetmelerine sebep olmuştur.
Tabi bu durumu beyan eden, tezimize ve fikirlerimize destek olacak, bizi haklı çıkaracak olan birçok dramatik, trajik olay vardır. Özellikle bugün itibariyle İkinci dünya savaşında Adolf Hitlerin uyguladığı soykırım ve zulüm politikalarına maruz kalmış olan Yahudilerin şimdiki torunları 1948’de Filistin’de devlet kurma imkanına kavuştuktan sonra aynı zulmü ve belki de daha fazlasını Filistinli Müslümanlara yapmalarının hiçbir yasada, hiçbir dinde, hiçbir hasar almamış, bozulmamış insani vicdanda yeri asla yoktur.
Bu içinde yaşadığımız yaşlı Dünya’da çok zulümler görülmüştür. Ama böylesi akla ziyan bir durum sanki İslam tarihindeki en ağır travmaları yani Moğolları ve Haçlı seferlerini geride bırakmış görünüyor. Sayıları 2 milyar olarak telaffuz edilen Müslümanlarda kavli dışında fiili dua olarak yani bu zulme karşı uygun bir strateji geliştirme ve eyleme geçme anlamında ne yazık ki ciddi bir girişim yok. Sözün bittiği yerdeyiz şimdi. Allah nurunu tamamlar ancak sessiz duran 2 milyarlık kalabalık kitle (Ümmet olma özelliklerini taşımayan Müslümanlar) hakkında da ne gibi bir ceza iradesi oluşur bilmek ve düşünmek istemiyorum. Ya Rabbi senden yine sana sığınırım.
Gelin şimdi de bir örnekle bu müşahedeyi biraz yakın plandan yapalım. İkamet ettiğim apartman binasının önü şehir içinde köy gibi; hem tarla, hem hayvancılık ile uğraşanlardan oluşan bir bölge. Burada aynı zamanda başıboş köpekler de var. Sahipsiz 8-10 kadar. Bu köpekler bu araziyi sahiplenmiş, orada yiyor, içiyor ve gün boyunca da yatıyorlar. Etraftaki apartmanların çöplüklerini karıştırıyorlar ve zaman zaman da apartman sakinleri ekmek ve yemek artıklarını onlara yakın bir yere koyuyorlar. Ama gelin görün ki çevredeki şehir içinde kalmış birkaç çiftlik sahibi bu köpeklerden her nedense çok rahatsız. Ve onları ortadan kaldırmaya oldukça kararlı görünüyorlar. Onlara bu hayvanların nasıl bir zararı var? Anlamış değilim. Hoş zararları dahi olsa bunun cezası ölüm olmamalı. Makul ve mantıklı bir çözüm üretemeyecek akıl tutulması mı yaşanıyor?! Bunun için ilgili kurumlarla iletişime geçmek yerine bazı gecelerde silahlarını ve arabalarını alıp köpek avına çıkıyorlar. Özellikle dolunay olmayan geceleri seçiyorlar ki, kimse onları görmesin.
Apartman sakinlerinden bazıları ve ben bu durumu polise ve yetkililere bildirdik ama nafile. Zaten karanlıktan yararlanıyorlar ve hemen oradan kaçıyorlar. Yetkililer gelse bile kimseyi bulamıyorlar ve geri dönüyorlar. Bu böyle sürekli devam ediyor. Başlangıçta 10-12 civarında olan köpek sürüsü bugün itibariyle 6 taneye kadar düşmüş durumda. Onlardan bir tanesi de topal köpek. Belli ki vurulmuş ama ölmemişti. Arka yaklarından birisini kullanamıyordu. Ama sürüyle olan irtibatı devam ediyordu. Yani gün itibariyle ülkemizde hala bu sokak köpekleri sorunu hakkaniyetle çözülebilmiş değil. Peki neden koskoca Türk-İslam Medeniyetinin bugünkü mirasçıları olan bizler sorunlara makul ve mantıklı çözümler üretmekten aciziz? Ne oldu o kutsalları, milli ve manevi değerleri uğruna canını feda etmekten çekinmeyen aziz İslam’ın sancaktarlığını yapan o onurlu insanlara?!
Halbuki, bir zamanlar kurduğumuz medeniyetlerle büyük oranda yeryüzüne hak, adalet ve huzur getirmiştik. Bu tarihi olarak da inkâr edilemez bir gerçekliktir. Dünya’daki ameliyat yapılabilen üniversite de denebilecek ilk hastane ilimizde. Bundan ortalama 800 yıl önce Gevher Nesibe hastanesinde normal hastalıkların ve birçok ameliyatın dışında, akıl hastaları da tedavi ediliyordu. 800 yıl önceden bahsediyorum. Orta çağda Avrupa’da akıl hastaları içlerine şeytan girmiş denerek yakılıyordu. Gevher Nesibe hastanesinde akıl hastalarının hem bakımı hem tedavisi yapılmaktaydı. Farka bakar mısınız? Görmeyenler lütfen gidip görsünler. Görsünler de medeniyetimizin nereden nereye geldiği noktasında bir fikir sahibi olsunlar.
Tarihimizde hayvanlar için bile vakıfların kurulduğunu biliyoruz. Osmanlı ve Selçuklu dönemlerinde gerek resmi ve gerekse şahsi binalar yapılırken çatının veya duvarın bir kenarına, yanına kuş evleri yapılırdı. Yani ecdadımız kendisine ev ve barınaklar yaparken diğer hayvanları da düşünüyordu. Yaratılanı Yaratandan ötürü seviyor ve ne gerekiyorsa yapmaya çalışıyordu. Aleme ve çevresine İslam’ın öğrettiği bakış açısıyla bakıyordu.
Düşünüyorum da bugün değerlerimizi kaybetmemizin ve bir avuç Yahudi karşısında zilleti yaşamamızın temelinde İslam’dan beslenen bu ruhu kaybetmiş olmamız olamaz mıydı? Bence sebep tamamen de buydu. Allah resulü ve sahabelerin hayvanlarla olan hak, hukuku çok ileri düzeydeydi. Bizzat Allah resulünün hayvanlar hakkında uyarıları bulunmaktadır. Bilindiği üzere kedileri çok seven ve onların bakımını üzerine alan asıl adı; Abdurrahmân bin Sahr ed-Devsî olan sahabesine Ebu Hureyre “Kedicik babası” diyerek onu taltif etmişti.
Bir gözlemci, “Gittiğimiz yerlerde yolunuza çıkan kedi veya köpekler sizi görür görmez kaçıyorsa bilin ki o yörenin halkı onlara iyi davranmıyorlardır.” diyor. Halbuki bir bölgede hayvanlar yeterli yiyecek bulamıyor ve bu yüzden sıkıntı çekiyor ve ölenler de oluyorsa, bunun vebali ve sorumluluğu bölge halkı üzerindedir. Hadis kaynaklarımızda suya erişemeyen, susuzluktan ciğeri yanmış olan köpeği kendi ayakkabılarıyla sulayan gayr-i ahlaki bir kadının affedildiği ve hatta cennetlik olduğu bildirilmektedir.
Etrafındaki kedi ve köpekleri bir şekilde beslemek de o bölgede ikamet eden insanların sorumlulukları arasındadır. Yani bu hayvanlara kimseler bakmazsa tıpkı insan hakları gibi hayvan haklarını ihlal etmekten Allah katında hesap verebileceklerini, kurtulacaklarını şahsen düşünmüyorum. İçinizden bazılarının “Aman hocam Gazze’de insanlar ölüyor, sen kedi köpek derdindesin.” dediklerini duyar gibiyim. Gazze’de Siyonist Yahudi’nin zulmü var diye içimizdeki bu masum hayvanların durumunu görmezden gelmek de başka bir zulme kapı aralamaz mı? İslam’ın son peygamberi Hz. Muhammed; “Hepiniz çobansınız ve güttüğünüzden de sorumlusunuz….” Buyuruyor. Bu nedenle bir taraftan Gazze’deki zulmü sona erdirmenin yollarını ararken, öbür taraftan da etrafımızda bizim yüzümüzden ne gibi aksamalar ve zulümler oluşuyor ona bir bakmamız ziyadesiyle önem arz etmektedir.
Biz ne zaman ki tarihte kazandığımız o güzel İslami hasletleri yeniden kazanırız, işte o zaman Allah da bizden razı olacak ve yeniden Alemlere üstün kılacaktır. Bunu Yaratanımız Kur’an’ında tastamam böyle buyuruyor. Şeytanın ve şeytanlaşmış insanların en çok sevdiği Müslüman türü, mangalda kül bırakmayan ancak iş amele ve icraata geldiği vakit kırk dereden su getiren tembel Müslümanlardır. Takvalı Müslüman, “Yaratana ve yaratılmışlara karşı sorumluluğunun bilincinde olan Müslüman demektir.” Allah’ın rızasına da Cennetine de işte onlar hak kazanmıştır ve kazanacaktır. Rabbim hepimizi bu hakkı kazananlardan eylesin!