Süresiz Nafaka Tartışması: Kapanmayan Hesap mı?
Prof. Dr. Ünal Çamdalı
Türkiye’de aile hukukunun en tartışmalı konularından biri, 1988’den bu yana yürürlükte olan süresiz yoksulluk nafakasıdır. Türk Medeni Kanunu’nun 175. maddesi, boşanma sonrası yoksulluğa düşen eşe, süresiz nafaka hakkı tanımaktadır. Oysa bu hüküm, zaman içinde amacından saparak adalet duygusunu zedeleyen bir dengesizliğe dönüşmüştür. Artık pek çok kişi için mevcut yasa, bir destekten öte, kapanmayan bir defter, kapanmayan bir hesap ve ömür boyu süren bir yük, haline gelmiştir.
Boşanmanın üzerinden 15–20 yıl geçmesine rağmen hâlâ nafaka ödeyen, emekli olmuş ya da yeniden evlenmiş binlerce erkeğin olduğu bir gerçektir. Diğer yandan, sağlıklı ve çalışabilir durumda olmasına rağmen nafaka almaya devam eden (çoğunlukla) kadınlar da toplum vicdanında tartışma yaratmaktadır. Yani sorun yalnızca erkeklerin değil; sistemin kendisinin adil olmamasında yatmaktadır.
1980’lerin Türkiye’sinde kadınların eğitim ve iş gücü oranı düşüktü. Süresiz nafaka o yıllarda bir “koruma kalkanı” sayılabilirdi. Fakat bugün kadınların eğitim düzeyi ve istihdam oranı yükselmiş, toplumsal roller değişmiştir. Buna rağmen hukuk, hâlâ 40 yıl öncesinin kalıplarında ve anlayışlarında kalmıştır.
Dünyanın çoğu ülkesinde nafakanın süreli olduğu belirtilmektedir. Almanya, Fransa ve İskandinav ülkelerinde nafaka, birkaç yıl ile sınırlıdır. ABD ve İngiltere’de yalnızca istisnai durumlarda “süresiz” hüküm verilmektedir. İslam hukukuna dayalı ülkelerde ise nafaka genellikle “iddet (bekleme) süresi” yani üç ayla sınırlıdır.
Türkiye’de de benzer bir model mümkündür. Nafaka süresi evlilik süresiyle orantılı belirlenebilir, tarafların ekonomik koşulları belli aralıklarla yeniden değerlendirilebilir, kadının istihdam imkânı varsa nafaka azaltılabilir veya kaldırılabilir ya da bir fon kurulup ihtiyacı olanların nafakası, bu fondan karşılanabilir. Böylece hem kadın korunur hem de erkek ömür boyu borçlu kalmaz.
Boşanma sonrası geçim sıkıntısı elbette bir insanlık sorunudur. Fakat süresiz nafaka artık adil bir çözüm değildir. Hukukun özü dengedir: ne kadın güvencesiz kalmalı ne de erkek bitmiş bir evliliğin ekonomik gölgesinde yaşamalıdır.
Gerçek adalet, iki tarafın da özgürlüğünü koruyan bir sistemin kurulmasında gizlidir. Bu konuda yükselen ses, yalnızca bir kesimin değil, toplumun tamamının adalet arayışıdır. Yetkililer bu sese kulak vermeli ve çözüm üretmelidir. Aksi halde tıpkı doğadaki entropi gibi, adaletsizlik artacak, çözüm ise zorlaşacaktır. Zira zaman entropinin lehine, adaletin de aleyhine ilerlemektedir.
