Rasim ÖZDENÖREN

Mazlumun âhı üzerine tesis edilmek istenen adalet binası

Rasim ÖZDENÖREN

 Kaybedecek bir şeyi bulunmayan biriyle hangi düzlemde pazarlık yapmaya kalkışılır?    Ona karşı ne kazanmayı ve ne kaybetmeyi düşünmek gerekir?

 
Böyle bir hasma (veya muhataba veya rakibe) karşı pazarlık yapma durumunda kalmış olan birinin müzakere masasında yalnızca yitireceği değerler var bulunur. Dolayısıyla, bir baldırı çıplakla pazarlık masasına oturan biri yalnızca kaybetmeyi göze alarak o masaya oturmalıdır.
 
Baldırı çıplak müzakere masasına ne koyar? Ancak kölelik zincirini ve bir de canını... Oysa masaya servetini bırakan?..
 
Ancak burada biraz düşünmemiz gerekiyor.
 
Müzakere masasına böylece iki değer bırakılmış olduğunu farz ediyoruz. Bir taraf canını, karşı taraf servetini bırakıyor. Bunlardan acaba, son tahlilde, hangisi değerde ağır çeker?
 
Başka türlü sorarsak: insan servetini mi kaybetmek ister, canını mı?
 
Dolayısıyla hangi taraf kendi değerini daha canhıraş biçimde savunmaya kalkışır?
 
Fakat burada gene de bir aldatmacayla karşı karşıya bulunduğumuzu göz ardı etmemek gerekiyor. Çünkü baldırı çıplak masaya velev canını koymuş olsa bile, kazanan onun canını mı alacak? Belki kölelik statüsü akla gelebilir. O zaman işin rengi değişebilir. Ancak masaya konulan değerin önceden bilinmesi gerekir. Zarlar atıldıktan sonra pazarlık yapmanın kıymeti harbiyesi yoktur.
 
Bizim faraziyemizdeyse baldırı çıplağın masaya canı da dâhil herhangi bir değer koyduğu düşünülmüyor. Bu durumda baldırı çıplak nezdinde yalnızca karşı taraftan elde edeceği bir kazanç söz konusudur. Beri taraf içinse yalnızca yitireceği bir değer vardır.
 
Bu, bir düelloda taraflardan birinin daha başta meydana boş tabancayla çıkmasına benzer. Ancak tabancasının boş olduğunu bir kendi değil, karşı taraf da biliyor. Böylesine adaletsiz bir karşılaşma durumu...
 
Acaba terör böyle bir şey mi? Terör kurbanı, hele sivil biriyse, meydana boş tabancayla salıverilmiş birine benzemiyor mu?
 
Teröre başvuranın istediği kadar haklı sebepleri bulunsun, teröre kurban giden açısından bakıldığında, o, kişisel olarak olayın taraflarından biri konumunda görünmemektedir. Bu yüzden onun katledilmesi, salt adaletsizliğin merhametsiz bir tecellisi görünümündedir.
 
Savaş esnasında bile çocukların, kadınların, cephe gerisinde bulunan kimselerin öldürülmesi baştan beri tecviz edilmemiştir. Hiçbir gerekçe böylesi bir katliamı meşru görmeye kifayet etmez.
 
Bu demektir ki, Karakuşî hüküm burada ve hiçbir yerde geçerli değildir.
 
Biri, daha meydana bile çıkmadan her şeyini, canı dâhil her şeyini kaybediyor; katil ise kaçtığı anda cezasız kalıyor. Adalet bunun neresinde?
 
Üstelik masum ve mazlum insanların sırtından elde edilmiş bir kazancın –şayet onun canını almak bir kazançsa- bunun kime hayrı dokunur? Mazlumun âhı üzerine kim bir adalet binası tesis edebilmiş ki?!

Yazarın Diğer Yazıları