Rasim ÖZDENÖREN

Yangının orta yeri

Rasim ÖZDENÖREN

 Yangın kalabalığının orta yerinde durduğunu düşünüyordu onun.           Alevler hırslı ağızlarını göğe doğru salmıştı.

 
Elektrik direğinden uzanan tellerin, alevlerin boğduğu puslu gökyüzünü çelikten örümcek ağları gibi sardığı açıkça belli oluyordu ve gözü oraya takılanları korkutuyordu. Nasıl korkutmasındı ki, herhangi bir alevin dil ucu o tellerden birine dokunduğu anda alevlerin bir milyar misli büyüyeceğini herkes biliyordu.
 
Dilenciler...
 
Talancılar...
 
Kalabalığı oluşturan insanların çoğunun aylak mütecessisler olduğu belliydi. Evinden, ininden, bekâr odasından, fare deliğinden kaçıp kurtulan ne kadar damsız, çulsuz gariban varsa oraya doluşmuştu.
 
Uzaktan fotoğrafları çekilecek olsa onların alevlere değil de, alev alanının dışında kalan bir başka yere baktıkları hemen fark edilebilirdi.
 
Ne kolladıkları belli değildi. Belki yağma için fırsat kollayan bir takım uyanık tiplerdi.
 
Daha birkaç saat önce hepsi huzur dolu sokaklarında alışverişlerine koyulmuş, işlerini bitirmiş, ya evlerine dönmek üzereyken veya yakınlardaki bir kafede, bir kafeteryada bir çay içmek, biraz bir şeyler atıştırmak üzere gönül hoşluğu için küçücük çarşılarının, mütevazı gönüllerinin istediğince bir şeyler yapmanın hevesindeyken, hiç birinin aklına kızıl bir ateş topunun içine düşmek gelir miydi?
 
Onlar için mutluluk ucuz pahaya satın alınabilecek bir değerdi. Trene binip bilmedikleri bir uzak diyara gitmeyi hayal etmeyi bir yana bırakalım, yalnızca bir tren yolunun uzaklardaki puslu göğün sonsuzluğunda, ufukta yitip giden çelik pırıltısının ipileşip durduğu o kör noktada yitip giden hayal kırıntıları bile avunma vesilesi olur, küçücük pırıltıların bile doldurabildiği geniş gönüllerine ferahlık verebilirdi.
 
Şimdi yangın topunun ortasında duran o da.. evet, o bile, birkaç saat öncesinde kendini adadığı avare insanların arasında gezinmiş, bir nehir kenarında –dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen ve aslında bu yeryüzünde bir mekân da işgal etmeyen o hayal nehir kenarında- oturmuş sevdiği insan için yün örüyordu. Başındaki yün beresi bir yana kaymıştı. O nehir –o olmayan, olmadığı halde bir sel artığı gibi duran o nehir- kıyısına atılmış kırık dökük iskemleleriyle, nasılsa oraya atılmış ev eşyası hurdalarıyla geceden kalma bir harap yapı görünümü sunuyordu. Ve o orada, kendini düşünmekte olduğunu bildiği sevgilisini aklına getirerek tığıyla, şişiyle ilmekler atıyor, örgüler oluşturuyordu.
 
Ötekiyse bu ateş topunun dışında şimdi, o topun tam da ortasında kalmış olan bu kızı düşünüyordu.
 
Kız, yangın topunun ortasında yangına mı koşsun, yoksa yangın yerinin dışına düşmüş olan sevgilisine mi sığınsın bilemeden, orada, gerili duruyordu. Yangın yerinin dışına, yani kurtuluşa sığınmak ona yeni bir felakete düşmek gibi görünüyordu. Yangın topunun ortasında bir bostan korkuluğunun hareketsiz savruluşuyla kalakalmıştı.

Yazarın Diğer Yazıları