Doğuştan görme engelli bir birey olarak, Allah tarafından, engelimle sınava tabi tutulduğumu ve her kul gibi engelim dışındaki hususlarda da sınav edildiğimi biliyorum. İnancımız bunu böyle izah ediyor. “Allah bizi sevseydi engelli olmamıza müsaade etmezdi” veya “engelliler Allah’ın cezalandırdığı kullardır” gibi cahilane bir şeytan fitnesiyle günaha girmedim. Çoğu engelli kardeşim de benim baktığım pencereden bakar var oluş sebebine. Hatta şanslı kullardan sayıldığımız da söylenir. Dünyadaki pislikleri görmüyor oluşumuz görüp te dayanamayanlara şans gibi gelirken. Güzellikleri kaçırıyor olmamız da talihsizlik olarak yorumlanıyor. “bari rüyanızda görseydiniz” deyip sanki tercih hakkımız varmış gibi iyi niyetten saçmalayanlar da oluyor. Allah böyle uygun görmüş, böyle olmuşuz. Böyle de yaşanabiliyor ki uygun bulmuş yaradan. kimsenin acımasına veya iyi niyet göstereceğim diye saçmalamasına gerek yok. Eskiden de yaşanıyordu şimdi ise daha kolay. Teknoloji ve insan hakları ekseninde bir çok gelişme var. Bu gelişmelerin bir kısmını biz engelliler kendimiz yakalayabiliyoruz; bir kısmı bize hak ve güvence olarak sunuluyor. Önemli olan doğru yaklaşımla doğru sunumlar ve keşiflerin ortaya çıkması.
İnsanoğlu yerleşik hayata geçtiği tarihten bu güne değin dayanışma ve yardımlaşma yolunu, bu yerleşikliğin en büyük aracı olarak tercih etmişler. Yerleşik olarak yaşamayan çok az bir gurubun varlık gösterdiği şu günümüzde, üretim zenginliği ve tüketim yoksulluğunun kaynak sebepleri, dayanışma ve yardımlaşmanın gerekliliğinin unutulmasında yatıyor. Nihayetinde, Paranın ortaya çıkış nedenleri, bu gün kullanılış nedenlerinden çok çok farklıydı. Deformasyona uğratılmış insani ilişkilerin, dayanışma ve yardımlaşma duygularının, engelli olarak dünyaya gelen biz ziyaretçileri oldukça zor durumda bırakıyor. Sonuç olarak, bu gün, zaten yapılması gerekeni, zaten hak olanı talep edip, aldığımız vaatle mutlu olur durumdayız. Hayatımıza dokunan her şeyin bir sorumlusu var. Bu sorumlular sorumluluklarını yerine getirsin diye talepte bulunuyoruz. Talep ettirmek bile bir sorunken, talepleri dinleyip adım atmakta gecikmek de ayrı bir sorun. Böyle böyle sorunlar sıralanıp dururken, bir de bakmışsınız ki varlığınız sorun haline gelmiş. Bütün bu varlık yokluk paradoksu içinde, yapabildikleriniz mucize, yapamadıklarınız muhtaçlık yargılamalarına maruz kalıyor.
Gelin Bizim kabullendiğimiz engelimizi, boynumuza tersten takılmış bir kolye ile sembolize edelim. kolyenin taşlı ucu, göğsümüze değil de sırtımıza dönük olsun. Bu kolye bize hiçbir zarar vermez. İstersek onunla beraber bir ömür mutlu mesut yaşarız. Lakin, toplum, hak ve güvenceler noktasında idareyi iradesini temsil eden muhataplarımız, o kolyenin ucuna bir kese bağlayıp, her gün bir taş koyarak ağırlaştırıyor ve sırtımızdan aşağı bir ağırlık boğazımızı sıkıyor. Sosyal hayatın içinde, yaşam mücadelesi verirken, hayati risklerle yolda olmak, yoldan çıkmamak ne zor meziyettir tahmin edersiniz. Her şeye rağmen yolumuza devam edeceğiz. Zira rabbimiz böyle emrediyor. İşte bu yolda ihmalkarlık ise bu kesenin en ağır taşı olarak karşımıza çıkıyor. Bu taşı keseden çıkartıp atmanın yolu, gücümüze güç katıp birlikte hareket etmemize dayalı. Engelliler olarak bir birimizi sayıp seversek, en azından asgari müştereklerde buluşabilirsek, dayanışma içinde, el birliği ile ne taş koyarız ortalıkta, ne toz…
GERÇEKLERİN ACI VERMEDİĞİ BİR MEMLEKET HAYALİ İLE…