Ülke gündemine bakınca beynim ile idealim arasında kalıyor gündeme ilişkin bir şeyler yazmak istiyorum. Fakat bizim hiç bitmeyen bir gündemimiz var; engelliler. Asıl sorunlarının önemsenmediği fakat bazı başarıların desteklendiği şu meşhur grup. “Herkes başarılı olabilir” diye yaklaşmayıp bir konuda kendini ifade etmiş olanların itibar gördüğü, üzerinde durulduğunda aslında bir çok başarı hikayesiyle karşılaşabileceğimiz sessiz yığın…
Yaklaşık altı bin dolaylarında görme engelli olduğunu düşündüğümüz ilimizde, aktif hayatın içinde yer alan bin beş yüz kadar görme engellinin örgütsel mücadeleye katılım oranı oldukça düşüktür. Gerek başkentte gerekse taşrada yapılan çalışmalar doğrultusunda sivil toplum kuruluşlarının, geliştirilen politikalarda payı büyüktür. Ve bu örgütsel mücadele sadece üyeler nezdinde sonuç versin diye yapılmaz; totale yansır. Bu kapsamda örgütsel katılım eyleminde bulunmayan kesim hiçbir emek harcamadan, birilerinin verdiği mücadelenin sonuçlarından faydalanır. Mücadeleye katılanların sayısı görmeyen sayısına yakın bir sayı olsaydı, bu gün savunulan birçok hak ve talepler daha kısa zamanda karşılık bulurdu. Zira bu çalışmalara imza atacak kurum ve kuruluşlar temsil edilen rakama değil sivil toplum kuruluşlarının üye sayısına bakıyorlar. Talep edilen hak ve ödevlerin niteliğinden önce talep edenin rakamsal üstünlüğünü değerlendiriyorlar. Bu yargım bölgeden bölgeye değişen bir kültüre sahip elbette. Bazı dernekler de çok az üye sayısıyla çok büyük işler yapıyorlar. Örneğin engelsiz erişim derneği… en son referandum oylamasında görme engelliler için bir pusula şablonu geliştirip görme engellinin kendi oyunu bağımsız olarak kendisinin kullanmasını sağladılar. Örneğin sesli betimleme derneği… şu ana kadar yanılmıyorsam yüzden fazla filmin sesli betimlemesini gerçekleştirip Turkcell hayal ortağım platformunda hizmete sundular. Örneğin eğitimde görme engelliler derneği… sosyal ağlar üzerinden Türkiye genelindeki görme engelli öğretmenler ve öğrencilere ulaşıp sorunların tartışıldığı, eğitimlerin verildiği, toplantıların yapıldığı ses odaları kurup internet aracılığı ile nitelikli bir çoğunluğu sanal alemde sağlayıp somut çalışmalar yapıyorlar.
Bu derneklerden ikisi İstanbul, biri Ankara’da faaliyet sürdürüyor ve bir tane bile şubeleri yok. İşte bu dernekler gibi biz de engelsiz düşünce derneğini kurduk. Engelli algısı üzerinden toplumsal bilinçlenmeyi ve engellilerimizin yaşam kalitesinin artmasını sağlamak maksadıyla yola çıktık. Fakat Kayseri’de olmak bir ayrıcalıktır bunu yeni anladık. Zira işler burada, İstanbul Ankara’da ki gibi yürümüyor. Görme engelli taleplerinin değerlendirilmesi oldukça zor işliyor. Bazı engel guruplarına dönük dernekler ve spor kulüpleri daha çok ilgi ve karşılık görüyorlar. Kimi konut projesi yapıyor ve ilgi görüyor, kiminin aldığı yardım beş günde tüketilirken biz o tüketilen rakam ile yıllık kiramızı talep ediyoruz. Kimi siyaset ile kimi fitne ile bir gemi yürütürken, bizler eğitim ve farkındalık türküleri söylüyoruz. Bizim söylediğimiz türkü geçmişten bu güne o kadar çok söylenmiş ki bir şehir gürültüsü kadar doğalmış gibi duyarsız tavırlar arasında, kaybolup gidiyor. Geçmişten bu güne o kadar söylenmiş ki artık önceden söyleyenler deformasyona uğratıp, ağıtı oyun havasına çevirmiş.. Yeniden eski versiyonu dillendirsek de artık o kadar deforme olmuş ki; biz hak diyoruz, çay çorba duyuluyor. Biz eşit yaşam koşulları diyoruz, yemek, davet, siyaset duyuluyor. Biz toplumsal bilinçlenme diyoruz, “bize her şey beleş olsun” diye duyuluyor. Demek ki artık eskiden söylenmiş türküyü değil yeniden bestelenmiş bir şarkıyı dillendirmek gerekiyor. Burada sorunu saptamak oldukça önemli elbette. Ben kendimce bir tespit yaptım. Her şey göz denen organın yüklediği anlam ile ilişkili. Göz teması denilen iletişim kanalında biz görme engellilerin yayın hakkı yok muş gibi değerlendiriliyor. Her şeyi sesle ifade ediyoruz. Bilinçlenme, hak, eşitlik gibi kavramlarında bir fotoğrafı olmadığı için, görsel bir materyal koyamıyoruz masaya. Aslında göz görmese de bakışlar ifadesiz değildir. Yani göz çukurunda göz varsa mutlaka bakışmak gerekiyor. Karşı taraf direkt olarak göz görmüyor diye belki de yüzümüze bakmıyor bile. Ama biz sese bakarak bakışı çekmeli ve gözümüzdeki ifade ile buluşturmalıyız. Şunu söylemeye çalışıyorum; gözün fiziksel uyarıcıları; görmeye dayalı değil duyguların ve beyindeki zihinsel ifadenin bir refleksif yansımasıdır. Bu bağlamda göz görmese de ifade taşır ve iletişim kanalında yayın yapabilir. Fark edilmeyişimizin sebebi “zaten o kanalda yayın yok deyip zap yapılmasıdır.” Yani baştan ret edilmiş olduğundan dikkat edilmez. STK olmanın gereği bir konuda mücadele yürütülmesinden doğar. Görme engelli derneklerinin sorunlarını ve taleplerini ifade ederken bu kadar kısır bir iletişim ağı içinde şansı oldukça düşüktür. Hani yazmıştım ya; spor kulüpleri diye onların şansı şu açıdan biraz var gibi; hani görsel bir şov yanı var ya bu sporun; bir de genel anlamda sporu takip eden bir milletiz ya; o yüzden henüz istenen seviyede olmasa da destek görüyorlar. Yanlış anlaşılmasın. Ben engelli spor kulüplerinin aldığın desteğin peşinde değilim. Keşke daha çok destek olunsa... Ama derneklerin çalışma alanı da spor kadar önemlidir. Ekonomik kaygılardan bir kurtulsak neler başaracağız. Enerjimiz “nasıl ekonomik kaynak aktarırız?”a gittiği için tüzük amaçlarına dönük hedeflere ulaşmak da gecikmeler oluyor. Şimdi aklıma geldi; acaba dernekler de görsel bir sunum yolu bulursa şansı açılır mı? Biz dernek olarak komisyonlara çok önem veriyoruz. Kuracağımız komisyonlardan biri de taklacılar komisyonu olsun belki takla atarsak bir görsel oluşturabiliriz. O zaman belki kendimizi ifade etmek için kırk takla atmayız.
GERÇEKLERİN ACI VERMEDİĞİ BİR MEMLEKET HAYALİ İLE…