Ülkede, son günlerde yaşanan gelişmeleri birileri, bir imtihan birileri de ümmetin silkelenip kendine gelmesi için bir fırsat olarak değerlendirse de, açıkçası ben meseleye biraz farklı bakılması gerektiği düşüncesindeyim. Zira olaylara güncel bir tepki vermek yerine daha geniş bir düzlemde meselenin ciddi bir özeleştiriye ihtiyacı var. Yaşanan bütün bu sıkıntılar, hepimizin uzun yıllar boyunca elbirliği ile oluşturduğu, doğrudan ya da dolaylı bir ürünü değil mi?
Samimiyetle sorsak kendimize, ülkede olup biten onca sıkıntılı siyasi ve sosyal süreçlerde ne kadar ilkeli bir duruş sergileyebildik? 28 Şubat, Muhtıra, Ergenekon Soruşturması ve 17 Aralık gelişmelerinde neye göre pozisyon aldık? Okumadan, analiz etmeden, araştırmadan, otomatik olarak birilerini karşımızda, birilerini yanımızda görmedik mi? Yanımızda sandığımız yapılarla gerçekten aynı ideale sahip olup olmadığımızı ne zaman sorguladık? Devlet içine çöreklenmiş yapıların, millet iradesine posta koyan vesayetlerin ortadan kalkması için başka bir vesayete başka bir yapılanmaya bilerek yol vermedik mi?
Allah aşkına kaçımız, Hanefi Avcı’nın, Haliçte Yaşayan Simonlar’ını yada Ahmet Şık’ın İmamın Ordusu’nun sayfalarını karıştırdık. Tamamı ile yalan ve iftira bile olsa, tek satır okumadan şimdi eleştirdiğimiz yapının manşetleri ile taraf olup yargılamadık mı?
KPSS ve diğer sınavlarda ortaya atılan iddiaları, orada madur olan insanları neden görmezden geldik? Birçok kurumda ciddi bir referans sistemi dönerken sırf aynı yolda olduğumuzu sandığımız yapıları hangi mantıkla temize çıkardık ya da yapılanlara göz yumduk? Şimdi söyler misiniz ortaya çıkan bu marazı el birliği ile kendimiz oluşturmadık mı?
İlla birilerinin kendi istihbaratımızı deşifre etmesi, kendi kurumlarımızı illegal yapılarla ilişkilendirerek dışarıya jurnallemesi mi gerekiyordu bir şeyleri görmemiz için. Yarın gücü eline geçiren başka bir yapının aynı yolda olmayacağını nereden bileceğiz?
********************
PLAN
Bütün bu iç çekişmelere rağmen, büyük resimde, yoluna devam eden bir Türkiye’nin elbette birtakım çevreleri rahatsız etmesi normal. Bu kadar kumpas bu kadar senaryo ve bu kadar düşmana karşı hala belli bir zeminde tutunabilmesi hatta kendi coğrafyası dışında da ümmet adına söz sahibi olabilmesi hiç de kabul edilebilir değil? Bu yüzden bölgede çıkarı olan herkes en ufak bir çatlağı büyütme çalışıyor. İçeride ve dışarıda planlar kusursuz sahneleniyor. Ama bütün bu eylemler Erdoğan duvarının bu kadar sağlam durabileceğini hesaplayamıyor. Doğal olarak ilk hedef, Erdoğansız bir Ortadoğu, Erdoğansız bir Türkiye. Bütün hesaplar bu doğrultuda yapılmışken, bütün bu kenetlenmişliğin sebebi olarak Erdoğan ve karizmatik yapısı gösterilirken, aslında İslami camia kendisine hazırlanan başka bir sinsi plana itildiğinden habersiz.
İradelerine yapılan her saldırı, hiçbir dalavereden haberi olmayan Anadolu insanının saf temiz duaları ile beraber Erdoğan’ın etrafında daha sıkı kenetlenmelerini sağlasa da, malum odaklar aslında bu büyük kenetlenmişliğin Erdoğansız büyük bir boşluğa dönüşeceğini çok iyi biliyorlar ve bütün hamleleri de bu yönde. Yaşadığımız bütün karışıklıklar da bundan münferit değil.
Bu doğrultuda mutlaka, İslami camiada buradan dersler çıkararak bir beşer olan Erdoğan’ın bir gün olmayacağı öngörüsü ile daha iyi kenetlenmeli. Daha sistemli hareket etmeli.
*********************
BİLİNÇ
Müslümanlar ne zaman ümmet şuuru ile hareket etmişse, işte o zaman cihana yön vermiş ilahi mesajın yerine ulaşmasını sağlamış hakkın ve hakikatin yeryüzündeki temsilcisi olmuştur. Ancak ne zaman ümmet şuurunun yerini dünyevi çıkar şuursuzluğu almış, işte o zaman kendi zilleti içinde çırpınmaya hatta boğulmaya, mahkum olmuştur.
Aslında, ümmet bilincinin olmayışını, her esintide savrulan ve darmadağın olan muhafazakar omurganın çöküşünden anlamak zor değil. Zira güven denen o sihirli kelimeyi unutan bünyelerimizin ve en ufak bir sarsıntıda yeni bir hain arayan gözlerimizin anlatacağı çok şey var. Bu doğrultuda, ümmet bilincinin olmadığı yerde küçük hesapların birbiri ile her zaman çelişeceği ve ümmet bedeninde ciddi marazlar oluşturacağı görülüyor. Belki de burada da yapılan en büyük hata sorunun özüne inilmeden yaraların geçici tedaviler ile kapatılmaya çalışılmasıdır.
İslami camianın bu eyyamcı ve ilkesiz duruşundan biran evvel vazgeçip, okuyan sorgulayan ve önceliklerini ümmetin önceliklerine göre belirleyen bir yapıya bürünmesi gerekmektedir.