Son günlerde yaşanan ekonomik güdümlü, siyasi görünümlü çalkantıların satır aralarında sıkça duyduğumuz bir söylev var. Erdoğansız Türkiye! Garip bir şekilde, bu topraklarda farklı emelleri olan kitlelerin, yapılanmaların, baronların bu ortak gayeleri öne çıkıyor. Peki, temelde birbiri ile yan yana gelmekten imtina eden bu odakları bir araya getiren neden nedir? Çok değil birkaç ay öncesine kadar birbirine salvolar yapan bu mecraların ittifakı neyin habercisi?
Aslında bu konuda, İslam coğrafyasının son birkaç asırdaki çizgisine bakmak yeterli. Zira bu coğrafyanın, kendi tasarrufunu kaybetmesi, darbelerle, cuntalarla yönlendirilip, ihtiyarına sürekli müdahale edilmesi bu topraklara biçilen rol ile doğru orantılı.
Özellikle yakın coğrafyada yaşanan müdahalelerin, sahte devrimlerin hedefi, siyasi gibi görünse de temelde küresel sermaye guruplarından bağımsız değildir. Bu doğrultuda, sürekli rota çizilen İslam coğrafyası, uslu ve uysal çocuk rolünü uzun yıllar hakkıyla yerine getirdi.
Evet, İslam coğrafyasının rotası küresel güçler tarafından, tıpkı bir demiryolu ağı gibi önceden örüldü, arada lokomotifler değişse de gidilecek rota değişmeyecekti. Ümmet kimi zaman makinistleri değiştirerek, kimi zaman lokomotifi hızlandırarak suni hazlar yaşayacak , ancak ne kadar hızlanırsa hızlansın trenin aynı istasyonlarda debeleneceğini fark edemeyecekti.
Türkiye de bu büyük senaryonun önemli ve sadık oyuncusu olarak görevini hakkıyla yerine getirdi. Halk, birkaç kez iradesinin peşine düşer gibi yaptı ise de darbelerle manşetlerle susturuldu. Ta ki Erdoğan’ın büyük bir halk desteği ve konjoktör dışı çıkışları ile siyaset dünyasına girmesine kadar. Halkın büyük bir güç olarak bu iradenin arkasında duruşu, zamanında sahip çıkamadığı iradelerinin kefareti olarak da değerlendirilebilir.
İktidar artık sadece siyasi değil sosyal ve ekonomik olarak da iktidar olma yoluna girdi. Askeri ve yargı vesayeti sallandı, kendini halkın üstünde tutan gizil irade sorgulandı, dış politikada kendi oyununu kendi kurmaya, alternatif raylar döşenmeye başlandı.
Elbette büyük senaryo için bu durum bir tehdit oluşturacaktı, zira onlar halkın ekonomik sorunlarla boğuşup iradesinin yönetime fazla yansımaması için bir düzenek tertiplemişlerdi.
Ancak oyun bozuldu, halk bu kez iradesine sahip çıktı, Erdoğan’ı sadece siyasi bir lider olarak değil aynı zamanda bu düzeni bozacak bölge çapında etkili bir lider olarak görmeye başladı. Öyle ki Büyük Orta Doğu Projesi gibi cihanşumul projeler bile terse dönüp arap baharları ile tamamen rayından çıktı.
Bu kadar istikrarın üstüne küresel sermayeyi rahatsız eden projelerin de ortaya konulması; Örneğin: Kanaltürk projesi, Üçüncü hava limanı projesi, Üçüncü köprü projesi, Kuzey Irak petrollerinin taşınması ve en temelinde ‘’Demokratikleşme’’sürecinin olumlu göstergeleri birilerini tedirgin edecekti. Ve beklenen operasyonlar ardı ardına gelmeye başladı.
Aslında Hakan Fidan ve Ahmet Davutoğlu düzleminde yapılan saldırıların, hedefinin Erdoğan’ın bizzat kendisi olduğu ve bu yolla itibarsızlaştırılmaya ve yıpratılmaya çalışıldığı herkesin malumuydu. Çünkü bu istikrarın mimarı olarak görülen Erdoğan’ın mutlak suretle bertaraf edilmesi şarttı. Birçok kez farklı yollarla müdahale edildi. Ancak gözden kaçırılan bir şey vardı.Bu kez halk beklenmedik şekilde iradesinin arkasında durdu. Yaşananları iç siyasetin bir tezahürü olarak görmek ciddi bir akıl tutulması, zira operasyon büyük, kaldı ki içeride Erdoğanı istemeyenlerin alternatifi de yok, sadece Erdoğan gitmeli…Neden?....?
Esasında bir ulkenin bütün istikbalinin karizmatik bir lidere adanması son derece tehlikeli çünkü elbette bir gün Erdoğan olmayacak…Fakat gelinen şu günde neden Erdoğan’ın istenmediği neden onsuz bir Türkiyenin birilerinin planlarına daha uygun düştüğünü tekrar düşünmek gerek. Ve o soruyu defalarca düşünmek gerek.
Sahi Erdoğan gitsin mi?