Başlık sizi çok düşündürmesin, zira etrafımızda kolayca örneklerini gördüğümüz ve sayıları hızla artan bir tayfanın biraz ironik, biraz trajik bir değerlendirmesidir bu yazı.
Coğrafya derslerinden hatırlayacağımız gibi 4 farklı mevsimi ve geçiş mevsimlerini yaşadığımız ülkemiz, farklı iklim tecrübelerini yaşatır bizlere. Kısacası iklim karışık ve dinamik bir değişkenlik gösterir. Tabi bu değişikliklere bünyeler kolayca uyum sağlayamaz çoğunlukla marazlanır, halsiz düşer, acı çeker. Tabi bazı bünyeler de pek etkilenmez bu değişikliklerden.
Bir de hakim rüzgar yönleri vardır ki, koca koca değerleri yerlerinden sökecek kadar güçlü olsalar dahi belli bir duruşu olmayan bireyleri sallamaz bile, hatta rüzgarın yönü ne olursa olsun yelkenlerini doldurup açık denizlerde cirit atacakları ortamlar sunar onlara.
İşte tam da bu coğrafi bilgilere kafa yorarken, nedendir bilinmez, Mevsimsel Müslüman tabiri takıldı dilime.
Peki, Müslümanın mevsimselliği olur mu? Müslüman dört mevsim Müslüman değil mi?
Olur olur, Müslüman belli bir duruşa sahip değilse olur. Menfaat dairesi dava dairesinden daha genişse neden olmasın?
Kışların sert geçtiği yıllarda ortalarda görünmeyen, sıcak ocak başlarını bırakıp kafalarını gösteremeyen, bahar mevsimi ile havayı koklayıp ortamın uygun olup olmadığına göre hareket eden ve yaz mevsimi ile o cesur bünyeslerini park ve bahçelerde afişe eden, yine de kışı düşünerek sıcak bir makam mevki stoğu yapan o özel kitleden söz ediyorum.
Muhafazakar bir barkod ile inançlar ve acılar üzerinden nemalanan ticari ve siyasi çıkarlarını her şeyin üstünde tutan bir zümre...
Torpili, adam kayırmacılığı,- kutsal davaları!- için mubah gören, liyakat mi? sadakat mi? sorusuna hiç düşünmeden tabii ki menfaat diyen o doğrucu zümre.
Tabi tarifler artırılabilir ancak her tarif başka bir sızı oluşturacaktır bünyelerde, başka bir hayal kırıklığı, başka bir şüphe...
Doğruluğun adaletin tarifini bile yapamayanlar adaletin, şahsiyetin ve dürüstlüğün sembolu olarak vitrinlerde bize sunulacaklardır belki de.
Doğruluğun tarifi demişken konuyu, izahta daha muktedir olan kısa bir hikaye ile bitiriyorum.
Vaktiyle bir yeniçeri ağası varmış, devlet düzeninin bozulduğu adam kayırmacılık ve liyakatsizliğin tavan yaptığı bir ortamda vezir olmuş.
Kendisini tebriğe gelen dalkavukların methusenalarına karşı birazda gururlanarak ‘‘alaca tana fıstık’’ diye mukabelede bulunurmuş. Herkes bu sözün ne manaya geldiğini merak eder ancak bir türlü cüret gösterip soramazlarmış. Bir gün dayanamayıp yardımcısına ‘alaca tana fıstık’ nedir lütfen izah et diye yakarmışlar. Yardımcısı:
-Bizim vezir ‘En-necatu fi’s-sıdk’(kurtuluş doğruluktadır) demek istiyor ama bir türlü dili dönmediği için o kadar becerebiliyor diye olayı özetleyivermiş.
Kalın sağlıcakla…
Yorumlar 2
hak kulu 03 Ekim 2013 14:30
kardeşim, yolun açık olsun, devamını bekliyoruz...
muammed çetin 01 Ekim 2013 18:30
üstad, maksadına ulaşan müthiş bir yazı olmuş kalemine sağlık...