Ünal TAYFUR

Eğitimde Sessiz Çöküş: Öğretmenin Silinen Kimliği

Ünal TAYFUR

Öğretmenlik, bir zamanlar toplumun en değerli konumlarından birini işgal ederken, günümüzde görünmezleşen bir figüre dönüştü. Eğitim sisteminin merkezinde yer almasına rağmen, öğretmenin kültürel ve toplumsal statüsü giderek erozyona uğradı. Bu dönüşüm yalnızca eğitim kalitesini değil, toplumun gelecek tahayyülünü de etkiliyor.

Bir zamanlar çocuklar, öğretmenlerini bir otorite değil, bir yol gösterici olarak görür; mahalleli, öğretmeni “saygının örneği” olarak tanımlardı. Bugün ise öğretmenin sesi, müfredat karmaşasında kayboluyor; öğretmen, öğrencinin kişilik inşasında değil, sınav başarısında bir aracı haline getiriliyor. Bu değişim pedagojik bir kriz değil sadece, aynı zamanda ahlaki ve sosyolojik bir yıkımın habercisidir.

“Öğretmen, memleketin en garip işçisidir; emek verir, iz bırakmaz.”  
– Cemil Meriç[¹]

Tarihsel olarak öğretmenlik, Osmanlı’da muallimliğin kültürel haysiyetiyle, Cumhuriyet’in idealist eğitim neferi kimliğiyle şekillendi. 1960’lı ve 70’li yıllarda köy enstitüsü ruhuyla taşraya umut taşıyan öğretmen figürü, bugün şehirlerde dahi kaybolmuş durumda. Medyada öğretmenler ya aşırı idealize edilen kahramanlar ya da karikatürleştirilmiş zayıf karakterler olarak sunuluyor. Bu sunum, genç kuşakta gerçek öğretmen figürünün karşılığını bulanıklaştırıyor; saygı yerini alaycı bir mesafeye bırakıyor.

“Bir toplum öğretmenine nasıl bakarsa, kendisine de öyle bakar.”  
– Tanıl Bora[²]

Sosyolojik olarak bakıldığında, öğretmenin itibarsızlaştırılması yalnızca bireysel düzeyde bir motivasyon kaybı değildir. Bu, alt sınıfların eğitim aracılığıyla yükselme imkânlarının azalması, dezavantajlı bölgelerdeki çocukların hayata tutunacak bir rehberden mahrum kalması anlamına gelir. Eğitimde fırsat eşitliği yalnızca kaynakla değil, o kaynağı işleyecek insani değerle mümkündür. Öğretmen bu değerin taşıyıcısıdır.

Öğretmenin ekonomik kaygılarla boğuşması, mesleki tatminin giderek kaybolması, karar alma süreçlerinden dışlanması; onu yalnızlaştıran ve etkisizleştiren bir çember yaratıyor. Öğretmen artık sadece öğretmiyor, aynı zamanda sistemin içinde kendini korumaya çalışıyor. Bu varoluşsal gerilim, eğitim sürecine yansıyor ve öğrencinin öğrenme deneyiminde derin boşluklar oluşturuyor.

“Müfredat, öğretmeni değil; öğretmen müfredatı sürüklemelidir.”  
 – Ali Rıza Karabulut[³]

Öğretmen, çocuğun ahlaki gelişiminde en güçlü figürlerden biridir. Bu rol yeterince tanımlanmadığı ve desteklenmediği için eğitim sisteminde manevi eksiklikler oluşuyor. Toplumun öğretmene olan mesafesi arttıkça, çocuklar rehbersizleşiyor ve eğitim yalnızca teknik bir aktarım sürecine indirgeniyor.

 “Köydeki öğretmen, yalnızca bilgi değil, umut götürür.”  
 – İsmail Hakkı Tonguç[⁴]

Özetle, öğretmenin itibarı bir toplumun aynasıdır. Bu figürü görünmez kılmak, geleceği bulanıklaştırmaktır. Öğretmeni yeniden tanımak, onun pedagojik, ahlaki ve kültürel rolünü hak ettiği yere koymak; yalnızca eğitim politikasının değil, toplumsal vicdanın da en acil meselesidir.

---

Dipnotlar:  
[¹] Cemil Meriç, “Mağaradakiler”, İletişim Yayınları  
[²] Tanıl Bora, “Medyada Eğitim İmgesi”, Birikim Dergisi, Sayı 254  
[³] Ali Rıza Karabulut’un kişisel eğitim defteri, 1978  
[⁴] Tonguç, İ. Hakkı, “Köy Enstitüleri Üzerine Raporlar”, Türk Eğitim Vakfı Arşivi

Yazarın Diğer Yazıları