Vedat ÖNAL

Merhum Mehmet Akif konusunda insaflı olmak-2

Vedat ÖNAL

“İSTİKLAL MARŞI BİR DAHA YAZILAMAZ, BENDE YAZAMAM”

Milli mücadele sona ermiş, Cumhuriyet kurulmuş ve yeni kurulan devletin yönü batıya doğru çevrilmişti. Dolayısıyla bu ortamda Akif’in ve onun savunduğu düşüncenin yaşaması mümkün değildi. Bu yüzden fazla vakit geçirilmedi. Tunalı Hilmi denen bir zatın başını çektiği bir grup hemen İstiklal Marşı aleyhine kampanyalara başladılar ve değiştirme çabaları daha 1925’te başladı. Bir yarışma dahi açıldı. Peki ama İstiklal Marşı ile olan dertleri neydi. Bu arada kimse İstiklal Marşı değiştirme teşebbüsü falan olmadı diyemez. Önceden belge yoktu elimizde şu an belgelerde ortaya çıktı, bu konu ile ilgili müstakil bir kitap dahi yazıldı. 

Türkiye Yazarlar Birliği Onursal Başkanı Dr. Mehmet Doğan’ın özellikle tavsiye ettiği “İstiklal Marşı’nı Değiştirme Çabaları ve Milli Şair’de Dirilmek” isimli kitap çok önemli belgeleri ortaya çıkardı ve bu çabaların bir kere değil tam 3 kere tekrarlandığını ortaya koydu. 

1925’de ortaya çıkan Tunalı Hilmi ve onun şahsında somutlaşan İstiklal Marşı’nı değiştirme gayretlerinin 3 temel nedeni vardı. 

Birincisi marşta geçen “Tek kişi kalmış canavar” sözünden rahatsız olmuşlardı birileri. Batı uygarlığına nasıl böyle bir yakıştırma yapılabilirmiş. 

İkincisi “Türk” adı geçmiyormuş. Türk adının olmadığı bir Marş nasıl olurmuş. Oysa Akif’in İstiklal Marşı’nda kastettiğinin milli bir kimliğin ötesinde bir inanç birlikteliği olduğunu anlayamazlardı veya anlamak işlerine gelmiyordu.

Üçüncüsü da kurucuya yani Mustafa Kemal’e tazim yokmuş. Yine Akif’in kişilerle derdi olmadığını onun derdinin iman ve Kur’an derdi olduğunu anlayamayanların hezeyanlarıydı bu düşüncede.

Hepsi de birbirinden acayip ve garaip nedenlerle yeni bir marş için kolları sıvadılar. Yarışma açıldı. Müracaatlar açıldı fakat Akif’in dizelerinin yanına bile yaklaşabilecek bir eser ortaya çıkmadı. Cesaret edip yarışma aşamasından öteye geçemediler. Çünkü Akif bu marşı dilinden değil kalbinden yazmıştı. Ve “Allah bir daha bu millete İstiklal Marşı yazdırmasın” derken sözünün arkasındaki hikmetleri kavrayabilecek bir imana sahip değildi maalesef o günün Cumhuriyet elitleri. 

İkinci teşebbüs ise 1937 yılında geldi. Falih Rıfkı Atay denen ve azılı bir İslam düşmanı olan bu şahsiyet bu işin öncülüğünü yaptı. Hatta bu teklifi o zamanlar Necip Fazıl’a bile götürdü ve Necip Fazıl’ın “Büyük Doğu” şiiri bu amaçla yazılmıştır. Ancak bu teşebbüste 1938’de Mustafa Kemal’in vefat etmesiyle sonuçsuz kaldı. 

Bir diğer teşebbüs ise, 27 Mayıs 1960 darbesiyle birlikte geldi. 27 Mayıs’ın darbeci ve cuntacı asker ve sivil bürokrasisi geçmişten gelen rahatsızlıktan dolayı İstiklal Marşı’nın ruhunun bu memleketten silinmedikçe tam olarak devrimlerin gerçekleşmeyeceğini çok iyi biliyorlardı. Bu yüzden bir teşebbüste onlar yaptı. Fakat yine İstiklal Marşı’nın milletin gönlündeki yerini gördükleri için onlarda cesaret edemediler. 

MEHMET AKİF MİLLİ MÜCADELE’NİN BÜYÜK KAHRAMANIDIR VE MAALESEF KORKTUĞU BAŞINA GELMİŞTİR

Çok iddialı bir söz ama gerçeklere dayanan ve sağlam delilleri olan bir söz. Önceki yazıda belirttiğim gibi, Mehmet Akif İstanbul’dan bizzat Mustafa Kemal tarafından çağrılmıştı. İstanbul’dan Ankara’ya oğlu Emin ile birlikte çoğu yolu yayan yürüyerek perişan bir şekilde Ankara’ya ulaşan Akif hemen işe koyulur ve oğlu Emin ile birlikte Anadolu’yu karış karış dolaşmaya ve Milli Mücadele’nin nasıl bir iman ve İslam mücadelesi olduğunu anlatır. Oğlu Emin’de onunla birlikte bir Milli Mücadele kahramanı olarak onunla birliktedir. Yıllar sonra hazin ve acıklı bir şekilde bitecek olan ömrünü Milli Mücadele’ye adayanlardan birisidir Akif’in oğlu Emin. 

Ankara’da Milli Mücadele’nin başında olan Mustafa Kemal, Kazım Karabekir, Fevzi Çakmak, İsmet İnönü ve Refet Bele gibi isimlerin tamamı İttihatçı kadrolardır ve İttihat Terakki’nin kuruluşundan sonraki aşamalarda hep İttihatçıların içinde olmuşlardır. Bu yüzden 10 yılda koca bir imparatorluğu yok eden İttihatçılara karşı millet mesafelidir. Ve Anadolu’da ittihatçı askerlerin iman ve itikad noktasında sıkıntılı oldukları dalga dalga yayılmıştır. İşte bunu gören Mustafa Kemal bir şeyler yapmazsa Anadolu’dan yeterince destek alamayacağını görür. Bunun için de bulduğu yol gerçekten dahicedir. Mehmet Akif’i çağırır ve kendisinden yardım ister. Akif’te mesele memleket meselesi olunca hiç tereddüt etmeden gelir ve Anadolu’yu karış karış dolaşarak o muhteşem hitabetiyle insanları Milli Mücadele’ye desteğe çağırır. Oğlu ile birlikte yaptığı bu çalışmalar kısa zamanda meyvesini verir ve Anadolu Milli Mücadele’nin etrafında kenetlenir. Ardından Milli Marşın yazılması.  Hepimizin bildiği İstiklal Marşı’nın Millet Meclisi’nde defalarca okunması. Fakat ne hikmetse 4 yıl sonra 1925’te bambaşka bir atmosfer vardır. Daha birkaç yıl önce İstiklal için mücadele ettiğimiz batı uygarlığını eleştiriyor diye Milli Marşımızdan vazgeçecek bu işin yarışmasını bile açacak duruma gelmek. Bu savrulmanın bir izahı yok sanırım. Bu ruh halinin ve bugün geldiğimiz noktanın bağlantılarının iyi değerlendirilip neleri kaybettiğimizin muhasebesini yapmak zorundayız. Bunu yapmadığımız takdirde, maddi ilerleme, kalkınma gelir ama zihni esareti kırmamız maalesef mümkün olmayacaktır. Zihni esaret de bir millet için en büyük esarettir. En basit örnek dilde kaybettiklerimizi bir düşünelim. Türkçe gitti Türkçe. Ne Akif’i, ne Yahya Kemal’i ne batıyı kendine kıble edinen Tevfik Fikret’i bile anlayabiliyor muyuz? Dili kaybetmek bir millet için her şeyi kaybetmektir. Uydurukça ile başlayan yıkımın öncüsü Türk Dil Kurumu olmuştur maalesef.

“İSTİKLAL MARŞI BİR DAHA YAZILAMAZ BEN DE YAZAMAM”

Bir de Akif’in vefatına yakın söylediği “Allah bir daha bu millete İstiklal Marşı yazdırmasın sözünün bir de hiç anlatılmayan öncesi var.  Onun yanında son günlerini geçiren Hafız Asım Şakir anlatıyor;
“Akif Bey hasta yatıyor, ben her gün yanındayım. Ne yapıyorum? Gelen giden ziyaretçileri ağırlıyorum. Bakın size bir hadise anlatayım. Bir gün Hakkı Tarık Us, Ruşen Eşref ve adını hatırlayamadığım bir başka zat geldiler. Hakkı Tarık, “Üstad, dün akşam Gazi Hazretleriyle beraberdik. Sizden sevgiyle, sitayişle bahsetti. Güzel sözler söyledi. Ve hatta -dikkat buyurun sözlerime- kendilerine hiss-i adavetim (düşmanlık hissim) yoktur. Eğer olsaydı dedi, Türkiye’ye dönmesine müsaade etmezdim, İstiklal Marşı’nı da kaldırırdım.”

Akif Bey, “Demek öyle” diyerek doğruldu, “Asım bana yardım et!” dedi, arkasına yastık koydum. Bir yandan da içimden, “Eyvah, şimdi olmadık bir söz söyleyecek!” diye geçiriyordum. Şöyle biraz eğildi: “Hakkı Beyefendi, dedi, hatırlar mısınız, biz Gazi’yle harp sahasında ön saflarda beraber gezdik, beraber yürüdük. Kendisini Meclis’te sonuna kadar destekledik. Bu böyleyken Gazi hazretlerinin adavet (düşmanlık) kelimesini telaffuz etmesine hayret ettim. Beni memlekete sokmayabilirdi, lütfettiler, kendilerine minnettarım. İstiklal Marşı’na gelince, dedi, işte onu kaldıramazdı. Nasıl kaldırırdı ki, Meclis’te ilk okunduğu gün, Tunalı Hilmi hariç, herkes ayakta dinledi, kendileri de dâhil.”
Yorulmuştu yavaşça geriye yaslanırken, “İstiklal Marşı bir daha yazılamaz” dedi. “Kimse yazamaz, ben de yazamam!” dedi. Sonra sözlerini derinden gelen bir sesle, “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın” dedi, sustu. İşte olayın gerçek hikayesi budur. 

Akif’in Cenazesi ibretliktir. Kimsesizler mezarlığına götürülecekken tesadüfen İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğrencileri tarafından görülüyor ve sahip çıkılıyor. Bir tek devlet ricali yok cenazede. Üstelik ertesi gün cenazeye katılanlar ifadeye alınıyor bu mürtecinin cenazesine niçin katıldınız diye. Fakat utandıklarından ceza veremiyorlar serbest bırakıyorlar.

VE OĞLU EMİN’İN HAZİN SONU…
Milli Mücadele kahramanı Akif’in oğlu Emin de büyük zorluklar yaşıyor. Takibatta olduğu için kimse iş vermiyor, çalışamıyor ve bir gün İstanbul’da bir çöplükte bir ceset bulunuyor. Bu ceset İstiklal Marşı’nın şairi, vatan ve Kur’an şairi Mehmet Akif’in oğlu Emin’dir. Bu utanç bize yeter de artar bile. Ve işin acı tarafı bu utancı silmek için kimsenin kılını dahi bugüne kadar kıpırdatmamış olması. Milli Mücadele kahramanı Emin’in ibretlik ve hazin sonu. 

Çanakkale’den, Milli Mücadele’ye kadar bu ümmetin iman ve İslam davasına ömürlerini ve canlarını vermiş tüm iman erlerine selam olsun. Cenab-ı Hak, mekanlarını cennet, makamlarını ali eylesin.

Vesselam…

Yazarın Diğer Yazıları