İSLAM DÜŞÜNCE TARİHİNDE İMAM MATURİDİ VE MATURİDİLİK (4)

İslamiyet birliği ve bütünlüğü emrettiği halde, mezheplerin hangi sebeplerle doğduğu sorusunu cevaplandırmak, Mezhepler Tarihinin çalışma alanıdır. Bilindiği üzere, şu bildiğimiz anlı şanlı mezhepler Rasulullah zamanında yoktu. Mezhepler İslam toplumunda sorunların ortaya çıkması ile doğmaya başlamıştır. İlk Müslümanlar, sorunlarını doğrudan Rasulallah'a aktarıyorlardı...

Hazırlayan: Abdulbaki BİLGİN*
Hz.Muhammed'in (sav) vekilliği konusu:
Enam 6/107 'Eğer Allah dilemiş olsaydı Ondan başka hiçbir şeye ilahlık yakıştıramazlardı (müşrikler). Biz seni onların üzerine koruyucu/gözetleyici yapmadık. Sen onların üzerine bir vekil (yaptıklarından sorumlu) de değilsin.'

Yunus10/108 '(Ey Resul!) De ki: Ey insanlar, şimdi size Rabbinizden hakikat(bilgisi) gelmiş bulunuyor. Bundan böyle kim ki doğru yolda ilerlemeyi seçerse, bu kendisi için seçmiş, kim de (doğru yoldan) saparsa, o da kendi zararına sapmış olur. Ben sizin başınıza bir vekil/bekçi değilim.'

İmam Matüridi burada şu yorumu yapar: 'Rasullerin asıl görevleri sadece tebliğdir. Allah'ın kendisine indirdiklerini olduğu gibi insanlara bildirmektir. Ayrıca Allah'ın elçileri olan rasuller, Allah'ın vekilleri olmadıkları, olamayacakları gibi, esasen insanların vekilleri de değildirler. Aynı zamanda rasuller/nebiler de diğer insanlar gibi, Allaha karşı (kulluk yükümlülükleri olan, birer insandırlar.'

Kur'an ı Kerim, Allah'tan aldıkları vahyi insanlara iletmekle görevli olan 'rasullere' uymanın gerekli/zorunlu olduğunu, pek çok ayeti kerimede bildirmektedir. Konu ile ilgili ayetlerin meallerini verdikten sonra, İmam Matüridi nin yorumuna bakalım.

Al-i İmran 3/31 'De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun/beni takip edin ki, Allah'ta sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok affedicidir, eşsiz merhamet kaynağıdır.'

Bakara 2/285 'Rasul Rabbinden kendisine indirilene önce kendisi iman etti, sonra da mü'minler (iman etti).Hepsi Allah a, meleklerine, kitaplarına ve elçilerine inandılar: 'O'nun elçilerinden (rasullerinden) hiç biri arasında ayrım yapmayız. İşittik ve itaat ettik; bağışlamanı dileriz ey Rabbimiz: zira varış sanadır!' derler.'

Matüridi'nin birinci ayet üzerine yapmış olduğu yorumunu şöyle özetleyebiliriz: Muhtemel ki Allah cc, ''biz Allah ı seviyoruz' diyen Kitap ehlinin söylemini test etmekte ve şöyle mukabelede bulunmaktadır: 'Bana olan sevginizde samimi iseniz, sadece beni sevmek yetmez, size vahiy nimeti getirmekle görevli elçimi de sevip ona itaat etmeniz gerekir. Zira elçime gösterilen sevgi ve itaat, bana yapılan, gibidir.'

İkinci ayette geçen' 'Elçilerden hiç biri arasında ayrım yapmayız.' İfadesinin, mü'minlerin ağzından söylenmiş olması muhtemel bir söze Allah vurgu yaparak, doğru olan bu sözü tasdik etmesidir. Zira Müslüman mü'minler, peygamberler arasında ayrım yapan Yahudi ve Hırıstıyanlar'ın aksine, Allah ın elçileri/rasulleri arasında bir ayrım gözetmiyorlardı.'

Yine Bakara suresi 285. Ayette: 'İşittik ve itaat ettik' ifadesinde de Matüridi, iki ihtimal anlama yormaktadır. Bunlardan biri, 'Mü'minlerin demesi odur ki: Ey Rasul! Senin sözünü ve çağrını işittik, duyduk ve bu hakikate icabette sana uyduk, itaat ettik.' Diğeri ise, 'Bu Kur'an ı işittik, anladık ve onda olana itaat ettik.'

İmam Matüridi, diğer birkaç Kur'an ayeti olan (Enfal 8/1,20,46) geçen, '… Allah'a ve elçisine kulak verin/ itaat edin…' ifadeleri hakkında da şu iki yorumu yapar.Birinde şöyle der: 'Allah a itaatten kasıt, O'nun emir ve nehiylerine itaat; elçisine itaatten kasıt ise, adap ve geleneklerinde ona uymak ve itaat etmektir.' Diğerinde ise, Allah a itaatle Rasulü'ne itaat arasında hiçbir fark yok mu dur? Sorusuna cevap olabilecek bir yorumda bulunur. Şöyle ki: 'Kim rasul'e itaat ederse Allah a itaat etmiş olur.' Şeklinde gelen Nisa suresi 80.ayetine atıfta bulunarak şöyle der: 'Kişi ancak Allah a itaat amacıyla rasul'e itaat edebilir. Çünkü ayette ki emir, kişinin; Rasul, Allah'a davet ettiği için, rasule itaat etmesi şeklindedir. Allah rasule itaati ibadet kılmamıştır. Çünkü rasule ibadet kesinlikle caiz değildir. Ancak Allah, rasule itaati, ibadete dönüştürmüştür. İtaat konusu her zaman ibadet kategorisinde değerlendirilemez. Bu nedenle , bazen itaat edilen kişi 'muta' (kendisine itaat edilen) olarak anılsa da, 'mabud' (Kendisine ibadet edilen) olarak vasıflandırılamaz.'

Maturüdi'nin Din, Siyaset Kültürü ve Yönetim Erki:
Fıtratı itibarı ile sosyal bir varlık olan insan toplu halde ve güven içinde yaşayabilmesi için sosyal organizasyonlara ve kollektif kurallara ihtiyaç duymuştur. Bu da sonuçta sosyal ve otoriter kurumların oluşmasını meşrulaştırmıştır.
Rasulullah vefat ettiğinde, Medine'de, Müslüman halkın yönetimi konusunda, sahabeler arasında bir tartışmanın yaşanmış olması durumu, İslamda, Kur'an veya Rasulullah tarafından belirlenen bir 'devlet yönetim biçiminin' yahut 'erk kullanımının' belirlenmemiş olduğunu gösterir. Mescidin sufasında (gölgeliğinde), yönetim erkini kullanması amacıyla bir halifenin belirlenmesi için yapılan görüşmelerin sonucun da, Arap toplumunun tamamen o günkü kabile yapısına dayalı yönetim anlayışının etkisiyle, stratejik anlamı olan ama hiçbir şekilde din ile ilişkilendirilmemesi gereken bir çözüm üretilmiştir. Neticede toplum üzerinde siyasi ve sosyal ağırlığı ön planda ve mensubiyeti de Kureyş kabilesi olan Hz Ebubekir, sevilen de bir kişi olarak halife seçilmiştir.

İmam Matüridi bu seçimde ki siyasi tercihi içtihadi bir olgu olarak niteler ve Hz Ebubekir ile Hz Ömer'in seçilme biçimini de farklı nitelikte görür. Bu ve diğer benzeri farklılıklar meselesini de, şartların icabı olarak değişkenlik göstermesine bağlar ve bunun dini bir mesele olmadığına işaret eder.

Aksi olsaydı, Allah cc, bu meseleyi boş bırakmayıp, devlet yönteminin pratik yöntemini açıkça bildirirdi. Ancak Kur'an'ın, bu işe tamamen de ilgisiz kaldığını da düşünemeyiz. Kur'an, bu konuda genel ve temel ilkeler koymuştur. Bunlar: Adalet, Liyakat ve Meşverettir. Şu gerçeğin unutulmaması lazımdır; Hz Muhammed'in vefat etmesiyle, kendi uhdesin de bulunan sadece bir şey son bulmuştur. O da, O'nun nübüvveti değil, devlet başkanlığıdır. Rasulullah' ın kişiliğinde ebedi olarak temsil edilen unvanı din alanına ait olan 'nübüvveti' dir. Geçici olan ise yönetim erkinin kullanılmasıdır.

Bu gerçeğe aykırı olarak Şia, devletin yönetimini (imameti) inanç sisteminin bir parçası olarak kabul etmiş ve böylece kurallaştırıp, kurumsallaştırmıştır. Ehl-i Sünnetin tamamı bunu konuyu rasyonel bir konu kabul edip insan tercihine bırakmıştır. Matüridi de Şia'nın bu kabulünü reddeder. O, bunu Din - devlet yönetim ayrımı ilkesine uygun bulmaz. Zira din gönüllülük esasına dayalıdır, oysa devlet, yapısı gereği zorlayıcıdır, der.
Matüridi, bu konuda Gaşiye suresi 21/22. Ayeti olan, '(Ey Rasul) onlara öğüt ver; Sen ancak bir öğüt vericisin (müzekkirsin). Sen onların üzerine zorlayıcı (musaytır) değilsin.' İle Kafirun suresinde, ' …sizin dininiz size, benim dinim bana… ' diyen ayetleri bu konuda belirleyici bulur.Bunlara bağlı olarak, ' Hz Rasul, devletin davranış biçimi olan zor kullanımına baş vurmaması yönünde ikaz edilmekte ve insanlar üzerine zor kullanmayı çağrıştıracak davranışlardan uzak durması yönünde, uyarılmaktadır.' der.

O'na göre: adalet, liyakat ve meşveret dışında, yönetim erkini elinde bulunduracak kişilerde bulunması gereken diğer iki özellik de şunlardır: Takva ve basiret. Ona göre: Takva: 'Allah bilincini sürekli açık tutmak ve O'nun sürekli gözetim ve kontrolü altında olduğunu düşünmektir.' Basiret ise, 'İnsanlar (halk) için en iyi olanı seçebilme yetisine sahip olmaktır.'

Matüridi, Din-Mülk ayrımında şu ayrıntıyı da hatırlatır. Savaşı dinin değil, devletin varlığı ve devamı için lüzumlu olan bir gayret ve faaliyettir. Dinin çirkin gördüğü savaş, devletin varlığı için (dini olarak ta) zorunlu olabilmektedir. Savaş, küfrün (inkarın) karşılığı değil, zulmün karşılığıdır. Müslümanların, başka bir millete karşı düşmanlık yapıp savaş planlamasının sebebi, o milletin küfür üzere olması değil, insanlara karşı yapmakta oldukları zulmüdür. Bu konuya da, Bakara:193. Ayetinin sonu olan: '… artık zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.' İlahi kelamını delil olarak ileri sürer.

Maturidi'nin kendisi de, Ebu Hanife gibi siyası otoriteye mesafeli durmuştur. Haksızlık yapan sultanları ikaz edip eleştirmeyi ihmal etmemiştir. Onun, kaynaklarda isminin çok fazla geçmemesi ve İslam dünyasında, hak ettiği şöhrete ulaşamama nedenlerinden birinin de bu olduğu söylenmektedir. Çünkü Sultanlar, kendilerini eleştiren ve icraatlarına meşruiyet kazandıracak görüşler beyan etmeyen alimleri hiç sevmemiş olduklarından, himayeyi hiç düşünmemişler bile. Hal bu ki hemen hemen aynı dönemde yaşamış olan, çağdaşı İmam Eşari, bu destek ve korumalardan fazlası ile yararlanmak sureti ile İslam dünyasında daha fazla tanınma imkanı bulmuştur. Öyle anlaşılıyor ki, Maturidi, vahiy, akıl ve Rasululla'ın sahih sünnetine dayanarak elde ettiği kendi doğrularını anlatarak, halkı aydınlatmayı, Sultanların himaye ve desteğine, tercih etmiştir. (Devamı yarın)

Bakmadan Geçme