Cafer HİMMETOĞLU

MUBÂHELE, MULÂANE, BEDDUA VE LÂNET

Cafer HİMMETOĞLU

Pensilvanya merkezli, aklı sıra İslâmî kaygıları olan bir cemaatin lideri bundan bir sene kadar önce hop oturup hop kalkarak, biraz da şovmenliğin ve cehaletin verdiği cesaretle lanetler yağdırıp beddualar etmişti.
Bizler, yaptıkları bu lanet ve beddualardan pişman olacaklarını beklerken, onlar yeni beddualar ve lanetlerle karşımıza çıkmaya devam ettiler. Meğer bizim onlardan beklediğimiz pişmanlığı, onlar da bizden beklemekte imişler. Geçen sene ülkemize karın az yağmasını bile kendilerine yapılan zulümlere (!) bağladılar. Birkaç küçük deprem, kuraklık ve doğal afeti de aynı mantıkla yorumladılar.
Şu son zamanlarda duyduğumuza göre, yaptıkları beddua ve lânetlerden oldukça büyük tepki almış olmalılar ki efendilerinin hop oturup hop kalkarak söylediklerinin beddua ve lânet olmadığını, İslâm’da bunun adına “Mubâhele veya Mulâane” dendiğini söylemeye ve bunu yaymaya başlamışlar. Her gittikleri ortamda bunu dillendirerek yaptıkları beddua ve lânetin Kur’ân kaynaklı olduğuna saf ve temiz kalpli insanları inandırmaya gayret etmektelermiş. Hâlbuki kısa süre önce “Şimdi bir de “Kur’ân Müslümanlığı” sapıklığı çıktı” demişlerdi. Beyzadelerimize ne olduysa birden bire Kur’ân’a müracaat etmeyi düşünmüşler.
Öyleyse Müslümanların ellerinin altında duran Kur’ân’a göz atıp bunun gerçekten onların dediği gibi olup olmadığını öğrenmeleri ve Kur’ân’ı kendi amaçlarına göre çarpıtan bu zavallılara ağızlarının paylarını vermeleri gerekmektedir.
Öncelikle şunu peşinen belirtelim ki hem mubâhele hem de mulâane Kur’ânî iki kavramdır. Ancak bu kavramların Kur’ânî olması Pensilvanyalı haşhaşîleri çok sevindirmemelidir. Çünkü bu kavramlar hiç de onların anlatmak istediği anlamlarda değildir.
Âl-i İmrân sûresinde de anlatıldığı gibi Peygamberimizle görüşmeye gelen Necran Hristiyanları yapılan görüşmeler sonunda yanlış olduklarını anlamış olmalarına rağmen yanlışlarını kabul etmeye yanaşmamışlardı. Bunun üzerine Rabbimiz sûrenin 61. âyetinde şöyle buyurmuştu:
“Sana bilgi geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışacak olursa onlara: ‘Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı çağıralım. Biz de siz de toplanalım. Sonra gönülden dua edelim de Allah’ın lânetinin yalan söyleyenlerin üzerine atalım’ de!” (3/Âl-i İmrân: 61)
Bu âyet, İslâm’da “mubahele âyeti” olarak bilinir. Mulâaneye gelince… Bu da karısının zina ettiğini iddia eden ama dört şahit ile bunu ispatlayamayan koca ile kendisinin zina etmediğini ispatlayamayan kadının arasında gerçekleşen bir lanetleşme şeklidir:
“Kendi zevcelerini zina yapmakla suçlayan, fakat kendilerinden başka şahitleri olmayan kimselere gelince; bu (suçlamayı yapanların) her biri doğru söylediklerine dair dört kere Allah'ı şahit tutsunlar ve beşincisinde de (bu suçlamayı yapan kişi), eğer yalancılardansa, Allah'ın lanetine razı olduğunu (ifade etsin). Ve (suçlanan kadına gelince) onun, kocasının yalan söylediğine dair Allah'ı dört defa şahit tutması (bu suça verilecek) cezayı ondan giderir; ve beşincisinde, kocası doğruyu söylüyorsa, Allah'ın gazabına razı olduğunu (ifade etmesidir)”. (24/Nûr: 6-9)
Bu âyetlerde açıkça görüldüğü gibi mubâhele kâfirler ile Müslümanlar arasında, mulâane ise sadece karı-koca arasında, yapılacak başka bir şey kalmadığı için, yapılması gereken son işlemdir. Ancak daha önce yapılacak ve meseleyi çözecek başka şeyler varsa, meselâ taraflardan biri haksızlığını veya yalancılığını kabul eder ya da ispatlı ve delilli bir şekilde yalancılığı ortaya konursa mubâhele ve mulâaneye gerek kalmaz.
Bütün bunlara rağmen Pensilvanyalı haşhaşiler hâlâ yaptıklarının mubâhele ve mulâane olduğunu iddia edecek olurlarsa, onlara deriz ki: Biraz Arapça öğrenin. Mubâhele ve mulâane kelimeleri, her ikisi de Kur’ân’ın dili olan Arapça’dır. Öyleyse bu kelimelere anlam verilirken Arapça dil kurallarına göre anlam vermek zorundasınız.
Arapça ile uzaktan yakından en ufak bir ilişkisi olan bir kişi bile çok iyi bilir ki bu iki kelime “Mufâale” bâbındandır. Bu bâb, bir işin iki kişi arasında ortak olarak veya birlikte yapıldığını anlatır. Yani Türkçemizde “işteş” denilen bir anlamı vardır. Hatta bu bâbdan olup Türkçemize geçen çok sayıda kelime vardır. Meselâ “mukâtele, iki tarafın karşılıklı olarak veya birlikte savaşması” anlamına gelirken “mukâtebe, iki tarafın karşılıklı olarak veya birlikte yazışması” demektir. Hâkezâ “munâzara da iki tarafın karşılıklı veya birlikte tartışması” demektir. Örnekler çoğaltılabilir.
Bunun Kur’ân’da bir istisnâsı vardır. O da 63/Munâfikûn sûresi 4. âyettir. Bu âyette “Kâtelehumullah” ifadesi vardır. Bunun anlamı da “Allah onları kahretsin” demektir. Bunun dışındaki yerlerde Mufâale bâbı bir işin iki taraf arasında karşılıklı olarak veya birlikte yapıldığı anlamını verir.
Oysa Pensilvanyalı başhaşhaşi, beddua seansı uygularken karşılıklı olarak değil, tek taraflı bir beddua yapmaktadır. Bunun adına ne mubâhele ne de mulâane denir. Bunun bir tek anlamı vardır, o da bedduadır. Bedduanın bir Müslüman tarafından tek taraflı olarak başka bir Müslümana yapılması ise asla caiz ve mümkün değildir.
Öyleyse Pensilvanyalı başhaşhaşinin tek başına yaptığı, hop oturup hop kakmalı beddua seansları asla Müslümanlar tarafından kabul edilemez. Bu yüzden yaptıkları beddualar hep kendi başlarına dönmektedir. Umarım bundan sonra akıllarını başlarına alıp bu tür yanlışlıklar yapmaya son verirler.

Yazarın Diğer Yazıları