
ÖZGECAN VAHŞETİ VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Cafer HİMMETOĞLU
Vahşice tecavüze uğrayan ve arkasından hunharca kesilip yakılarak katledilen Özgecan’ın acısı bütün milletimizi derinden sarstı. Özgecan’ın hiçbir insanın kabul edemeyeceği insanlık dışı bir şekilde böyle bir muameleye uğraması hepimizi yaraladı.
Bu vahşet ülkemizde çok ilginç konuların tartışılmasına sebep oldu. Öncelikle herkes birbirini suçlarken, muhalif olduğu düşünce sistemlerine göndermeler yaparak kendi düşünce sisteminin ne kadar uygun olduğunu anlatmaya kalkıştı. Bazı insanlar vicdanları ile baş başa kalıp, bu vahşette hepimizin ortak olduğu gerçeğini vurgulamaya çalıştılar.
İslâmî camiadan “Tesettürsüz bir bacımız tecavüze uğrayıp yakılarak katledildi” şeklinde bir sahip çıkma görüldü. Ancak mini etek ve dekolte kıyafet giyildiğinde bu tür tacizlerin kaçınılmaz olacağını söyleyenler de çıktı. Mini etek veya dekolte kıyafet giymenin değil, iyi yetiştirilemeyen fertlerin toplum içerisinde bu tür sapıklıkları yapacağının altını çizenler de oldu, akılları sıra böylesine vahşice bir suçu dans ederek protesto edenler de...
Bu tür vahşiliklerin işsizlikten kaynaklandığını iddia eden bazı siyasi parti temsilcileri de gözümüze battı, insanların laik bir sistemi kabul edemediğini söyleyenler de… Bu arada hükümetin her yaptığını eleştiren ya da günlük hayatta karşılaştığı her olumsuzluğu hükümetten bilen bazı tuhaf insanların bu olayda da hükümeti eleştirdiği ve suçu hükümete attığına tanık olduk.
Bazı kişiler ise bu tür açıklama yapanlara kızıp onların hükümetin her yaptığına kulp takmak istediklerini, hatta hükümetin bir karar alarak böyle vahşice davranan mahlûkları cezalandırmak için idam kararını getirmesi durumunda Taksim’e çıkıp “Tecavüzcüme dokunma!” diye bağırarak eylem yapacaklarını söylediler.
Özgecan’ın vahşice öldürülmesi ise en fazla idam tartışmalarını beraberinde getirdi. Hatta idama karşı çıkanlar içerisinden bile idamı savunanlar ve tekrar getirilmesini isteyenler oldu. Bazıları ise idama karşı olduklarını ama kısasın getirilmesi gerektiğini söylediler. Onlar, idamın devlete ait bir karar olduğunu ve devletin kendisine karşı işlenen suçlar konusunda acımasız davrandığını ancak vatandaşa ait suçlara ve kul hakkını ilgilendiren konulara gelince hakkı olmadığı halde affedici olarak karşımıza çıktığını dillendirmekteler. Haklı olarak, devleti ilgilendirmeyen konularda adaletin yerini bulabilmesi ve hak sahiplerinin mağdur edilmemesi için kısasın şart olduğunu söylediler.
Bu tartışmalar sırasında aslında beni rahatsız eden bir konuyu da sizlerle paylaşmak isterim. Elbette kadınlarımız ve kızlarımız hepimizin başının tacıdır. Onlar bizlere Allah’ın emanetleridir ve bizim inancımıza göre ayaklarının altına cennet serilen en değerli varlıklarımızdır. Onlara karşı yapılacak her türlü saldırı alçakça yapılmış bir saldırıdır.
Ancak kadına karşı pozitif ayrımcılık yapmak isterken yanlış ve haksız bir ayrımcılığa gitmekten de kaçınmamız gerekmektedir. Başbakanımız “Kadına Uzanan Eller Kırılsın” sloganıyla yeni bir kampanya başlattı. Bu kampanya güzel ve hepimizin katılacağı bir kampanyadır. Fakat kadına uzanırken kırılan eller, erkeğe uzanınca ne olacaktır? Ya da kadına el kaldıranlar erkeklere el kaldırmaktan kaçınmakta mıdırlar?
Bence asıl yapılmak istenen, sadece erkeğe ya da sadece kadına yapılan saldırılara karşı durmak değil, insana yapılan saldırılara karşı durmak olmalıdır. Çünkü karşısındaki varlığı insan olarak görmeyen kişinin onu erkek ya da kadın olarak ayıracağını ve ona göre şiddet uygulayacağını düşünmek veya bunu savunmak çok yanlış kulvarlarda dolanmak demektir.
Minibüste her insan gibi yolculuk yaparken Özgecan’ı katleden cani ile kurban eti dağıtan Yasin Börü’yü katleden cani arasında çok fazla bir fark yoktur. Hatta öldürülen kişinin siyasi görüşü, bağlı olduğu dini veya mezhebi, ırkı ya da milliyeti bu noktada hiçbir değer ifade etmemelidir. Bu gibi durumlarda cani, canidir; kurban ise kurbandır. Ne öldüren caninin ne de öldürülen kurbanın kişiliği, kimliği, milliyeti önem arzeder.
Bu yüzden kadına karşı yapılan şiddeti reddederken, erkeğe karşı yapılan şiddete sessiz kalmak insafsızlık olur. Ayrıca yedi yaşındaki veya yirmi yaşındaki bir kız çocuğuna tecavüz edip en acımasız bir şekilde öldürmek ile yetmiş yaşındaki bir kadına aynı şeyi yapmak da birbirinden farklı değildir. Hepsi de insana karşı yapılmış ve kesinlikle en ağır şekilde cezalandırılması gereken suçlardır. Bir suçun erkeğe ya da kadına karşı işlenmesinin aynı derecede irdelenmesi gerekir. Birbirinden ayrı değerlendirmek, velev ki pozitif ayrımcılık adına olsa bile yanlıştır.