Cafer HİMMETOĞLU

SİVİL TOPLUMUN SİYASETE MÜDAHALESİ-3

Cafer HİMMETOĞLU

İki gündür devam ettiğimiz yazımızın üçüncü ve son bölümünü bugün yayınlıyoruz.

Dün, yani 1 Şubat 2015 günü itibariyle kamu görevi yapmakta olan ve milletvekili aday adayı olmak isteyen kamu görevlileri yürüttükleri görevlerinden istifa ettiler. İstifa edenler arasında bizim iki gündür yazımıza konu yaptığımız sivil toplumun içerisinde yetişen, tabanda ve halk arasında karşılığı bulunan kişiler de vardı.

Ülkemizde sivil toplum kuruluşlarının devleti yönetecek kadroların yetişmesinde rol oynayacak ve söz söyleyecek kişileri doğrudan doğruya siyasete sokması, ne yazık ki istenilen ölçüde değildir. Her ne kadar sivil toplumda yetişip ülke idaresine katılmış çok sayıda insan olsa da sivil toplum kuruluşları böyle bir gaye ile siyasetçi yetiştirmekten uzak kaldılar.

Oysa dünya üzerinde, özellikle güçlü devletlerde sivil toplum kuruluşlarının devlet yönetiminde, hatta devletin dış işlerinde bile çok büyük roller üstlendiğini ve yönetimde söz sahibi olduklarını görmekteyiz.

Mesela başta ABD olmak üzere dünya siyasetine yön veren İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkelerde çok sayıda sivil toplum kuruluşunun siyasette etkin rol oynadığını hepimiz görüyor ve beğenmesek de onların kendi amaçlarına hizmet için yaptıkları çalışmaları takdirle karşılıyoruz.

Tabii ki bu ülkelerde bizim kastettiğimiz sivil toplum örgütlerine STK gözüyle bakılmıyor. Hepimizin bildiği gibi bunların adı “Lobi” olarak anılmaktadır. Bu lobiler bulundukları ülkenin gerek iç ve gerekse dış politikasında son derece göze batan ve ses getiren bir katılım sergilemektedirler.

Yaklaşık yüz yıldır başımıza bela olan Ermeni soykırımı iddialarının bu saydığımız ülkelerde sık sık karşımıza çıkartılan ve Demokles’in kılıcı gibi bizi tehdit amacıyla kullanılan bir siyaset konusu olduğu malumdur. İşte bu konuyu sürekli olarak ısıtıp ısıtıp ülke ve dünya gündemine taşıyanlar bu sivil toplum lobileridir.

İkinci dünya savaşı bittikten sonra Almanya’nın başına bela olan Yahûdî katliamı gibi bu mesele de bizim başımızı yakmak için kullanılmaktadır. Öyle ki bugün dünya üzerinde Almanya’da Naziler tarafından altı buçuk milyon Yahûdî’nin katledildiğini kabul eden ülkelerde bunun aksini söylemek yasaktır ve söyleyenler mutlaka cezalandırılır. Hatta bu sayıyı altı milyon ya da yedi milyon diye kabul etmek bile suçtur.

Bu yüzden ünlü Fransız düşünür, Müslüman bilge adam Roger Garaudy, kendi ülkesi olan Fransa’da böyle bir katliamı kabul etmediği için yargılandı ve ülke dışına çıkması yasaklandı. Maalesef vefat edinceye kadar da ülke dışına çıkamadı. Hatta İspanya’ya ziyarete gelen Müslümanlara hizmet etmek için satın aldığı Endülüs evine bile gidip gelemedi.

Yazımızın ilk bölümünde ülke tarihimizin en önemli genel seçiminin 7 Haziran 2015’te yapılacak seçim olacağını iddia etmiştik. Böyle kabul etmemizin sebebini de paralel yapı ile mücadele, açılım süreci ve sivil anayasa çalışmaları olduğunu söylemiştik.

Ancak dünkü istifa eden bürokrat ve akademisyen gibi kişilere bakınca bu üç konudan çok uzak kişileri gördüğümü ifade etmek isterim. Bu üç konunun da ciddi manada ele alınarak halledilebilmesi ne akademisyenlerin ne de bürokratların işidir. Belki bu tür kişiler fikirlerinden yararlanılacak kişiler olabilir ama asla bu meselelerin halledilmesinde başat rol oynayacak şahıslar değildir. Yanlış anlaşılmasın, ben bu şahısların kişilik ve karakterleri ile ilgili bir şey söylüyor değilim. Ancak bu şahıslardan bazılarının 17 ve 25 Aralık operasyonlarından sonra takındıkları tavırlar nedeniyle özellikle paralel yapı mücadelesinde, bırakın başat rol oynamayı, takoz bile olabileceklerini düşünüyorum.

Bu gibi konularda ciddi manada sonuçlar elde edilmek isteniyorsa milletvekilliği seçimlerinde AK Parti’nin dikkat edeceği husus, o kişinin ne kadar parlak ve tanınan bir kişiliğe sahip olması olmamalıdır. Bu kişiler ne kadar parlak ve ne kadar tanınmış kişi olsalar bile toplumda karşılıkları bulunmamaktadır. Oysa bir sivil toplum yapılanmasının içinden gelen kişiler bu meselelerde daha rahat ve ses getirici çalışmalara katılabilirler. Çünkü tabanın sesini ve düşüncelerini en iyi onlar bilirler. Oysa dün itibariyle istifalarını vererek milletvekili adayı olmak isteyenler arasında billur köşkte oturan, toplumun içerisine girmeyen, hatta girmeyi bir zül addeden kişiler bulunmaktadır.

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan geçtiğimiz günlerde paralel yapının PKK’dan daha tehlikeli olduğunu ve yalnız başına kalsa bile mücadeleye devam edeceğini söyledi. Bu da onun bazı endişeler taşıdığını, milletvekili adaylığında seçilecek kişiler hakkında çekincesi olduğunu, açıkça söylemek gerekirse yalnız bırakılacağını düşündüğünü göstermektedir. İşte dün itibariyle istifa edenler arasında Sayın Cumhurbaşkanımızın endişelerini haklı çıkartacak isimler mevcuttur.

Açılım süreci görüşmelerinde en önemli çalışma olan Âkil İnsanlar grubunda yer alanlar, bize sivil toplumun ne kadar etkili olduğunu göstermesi açısından bir örnek teşkil etmelidir. O gruplarda toplumun her kesiminden ve toplumda karşılığı olan insanlar vardı. Eğer sadece bürokratlara, akademisyenlere, müteahhitlere, sanayici ve iş adamlarına kalsaydı asla bu çalışma başarıya ulaşamazdı.

Bir de sevgili dostum Hacı Yakışıklı’nın bir tesbitini paylaşarak yazımı bitirmek istiyorum. Milletvekilliği için müracaatların en fazla AK Parti’ye yapılması, muhalefete talip olan partileri bir kere daha düşündürmelidir. “Acaba niye bizden değil de onlardan aday adayı olmak istiyorlar” sorusunu iyice tahlil etmeleri gerekiyor. Ama AK Parti’nin de bu kadar kişinin kendi partisinden aday adayı olmak istemesini diğer partilerden üç kat daha fazla düşünmesi gerekiyor. “Acaba niye başka partilerden değil de bizden adaya adayı olmak istiyorlar?” sorusu en çok onları düşündürmelidir.

Çünkü öyle aday adayları var ki kesinlikle aday olamayacağını biliyor. Hem de bunu herkesten daha çok iyi biliyor. Ancak alacağı ihaleler, kazanacağı toplumsal itibar, atanmak istediği genel müdürlük veya daire başkanlığı, il müdürlüğü vs gibi sebepler dolayısıyla AK Parti’den aday adayı olmak için müracaatta bulunmaktadırlar. Eğer bu kişiler seçimlerden sonra beklentilerine ulaşıyorsa bilin ki AK Parti’nin “AK” olma özelliği kaybolmuş ve Cumhurbaşkanımız endişelerinde haklı çıkmış demektir.

Öyleyse bir kere daha son söz olarak hatırlatalım. Eğer paralel yapı ile mücadele, açılım süreci ve sivil anayasa için ciddi çalışmalar yapılacaksa bunun için mutlaka ve mutlaka sivil toplum içinden gelmiş, tabanda ve halk arasında karşılığı olan, herhangi bir beklentisi olmayan kişiler tercih edilmeli ve mutlaka bunlar aday yapılmalıdır. Çünkü artık geleneksel siyasetin ne kadar kirli bir siyaset olduğunu bilmeyen kalmadı. Artık yeni bir anlayışa gitmeli ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan tek başına bırakılmamalıdır. Elimize geçen bu fırsatı birkaç kişinin gönlünü yapmak için kullanmaktan şiddetle kaçınmalıyız. Bu fırsat bir daha ele geçmeyebilir.

Yazarın Diğer Yazıları