
BONUSCU MÜSLÜMAN
Celalettin SİPAHİOĞLU
Bu gün beş vakit namaz kıldım, en az on katıyla çarpsan, elli yapar yani elli vakit namaz kılmış sayılırım, bir cüz Kur’an okudum yirmi sayfa, onla çarpsam eder iki yüz sayfa, on Müslümana selam verdim yüz selam sevabı da buradan yaz tamam. Oooo, bire ona karşılık bir günde kazandığım beni cennete götürmeye yeter.
Asrımızın en büyük problemi faydacı anlayış, ne yaparsan mutlaka sonuç olarak almalısın. Faydacı anlayışı dinle bir arada düşündüğünüzde her yapılana en az on kat veren bir sistem olunca insanın kesin kazanması lazım. Yani kazan, kazan sistemi.
Allah’ın dinini Nasrettin hocanın kuşuna çeviren zihniyet maalesef bonus algısıyla dini katletti. Allah’ın dininde efdaliyyet Allah’ın rızasını başa koyarak sevabı saymadan, takdiri Allaha bırakarak kulluğu yapmaktır. Allah katında makbul olan kul, kulluğunu, Allah’ın hukukunu takdir makamına koyan kişidir. Bunda ne kadar ileri giderse Allah katında makbuliyeti artar, derecesi yükselir. Bu derece yükselmesinde de esas kabul edilen şey yine Allah’ın gerçekten bu kulluğu hak ettiği esasıdır. Yoksa derece artırma sevdası değildir.
Bir kul Allahtan ne istemelidir? Aklı başında olan birisi, Allah’ın kendisinden neler istediğine bakarak, Allahtan onları kendisine vermesini diler. Allah kulların dünyalıklarını artırmasını mı ister? Hayır. Allah kendi standartları çerçevesinde kulun insan-ı kâmil olmasını ister. O zaman Allahtan, kul açısından istenecek en güzel şey, insanı kâmil olması için, imkânlarını artırmasını dilemektir.
İnsan-ı kâmilin zihin dünyasında, inandığı değerler açısından en başta gelen esas, Allah’ın hakkını takdirde kusur etmemektir. Onun ilahi gücüne boyun eğip, onun dışındaki ilahlık taslayanları reddetmektir. Bu temel kriter, bir insanın güzel olması için gerekli bütün ölçüleri içinde barındırır. Çünkü insan Allah’ın hakkını doğru dürüst tanımakla beraber hem kendinin, hem diğer insanların hem de bütün yaratılmışların kemalini, güzelliğini düşünmekten ve dilemekten kendini alamaz.
İnsan-ı kâmilin olaylara bakışı ile faydacı mantık sahibi birisinin olaylara bakışı arasında yaratılış hakikati açısından kıyaslanamayacak bir uçurum mevcuttur. En azından faydacı mantık sahipleri ile güzel insanların; bir şeyden yarar elde edemeyecekse onu yapma konusunda ortaya koyacakları tavır çok farklıdır. Bonusçuluğu esas kabul edenler faydalanamayacakları işleri yapmazlar. Çünkü ortada yararlanamayacakları bir durum söz konusudur. Güzel insanlar ise sadece kendi yararlarını esas kabul etmedikleri, başkalarının yararlarının da kendisi için bir yarar olacağı anlayışına sahip olacağı anlayışından dolayı bütün olaylarda kendisinin etkin olması gerektiğini düşünür.
İnsanı kemal noktasına taşıyan en temel kriter, kendisi için var olmaktan öte, Allah için olmak ölçüsüdür. Hayatı, ölümü, varlık aleminde bulunmayı ve beka alemine geçişi tamamıyla bu asıl kriter için yaşadığını düşünerek imtihan sürecini kazanmaktır. Asıl ölçü bu olunca her şey ben için olmaktan öte Allah’ın ve Resulünün ön plana çıkardığı biz içindir.
Kendisi için istemeyi, kardeşi için istemenin önüne geçirmeyen bir iman, fedakârlıkta, ihtiyaç duyduğunu, kardeşine verebilen, kardeşinin ihtiyacını kendisininkine önceleyen bir anlayış, faydacı birisinin asla erişemeyeceği kemal noktasıdır.
Allah’ı kendisine ödül veren bir yaratıcı makamına koymak, Allah’ın şanını yeterince takdir edememektir. Bu gün egosu şişirilmiş, hazları ve arzuları öncelemiş, yaşadığı hayatın tadını almayı yediğinde ve içtiğinde arayan bir kişinin, imanın halavetine (tadına) ermesi asla mümkün olamaz.
Allaha karşı yaptıklarını sayarak yapmak, Allah’ın kendisine hesapsız verdiklerine karşı hesap yapan cahillerin işidir.
Haşyet, yaptıklarını Allah’ın beğenip beğenmediği kaygısında olmak, Allah’ın yapılmamasını istediklerine de yaratıcısını gücendirmemek adına asla el uzatmamak duygusudur. Bu duygu Allaha karşı engin kulluk çizgisine varanların erişebilecekleri makamdır.
Kulun kazandığını düşündüğü sevapları, Allah’ın rahmet pınarında yıkayarak kabul buyurması düşüncesinde olması gerek. Yoksa bunca kusur ile yapılan ameller, özüne; kendini Allaha vererek, amelini rızayı ilahi mayasıyla mayalamayı koyamayanların işidir. Amellerinin Allah’ın katında sayılıp sayılmadığı kaygısında olmayanlar, amellerini sayar dururlar. Akıllı olanlar Allah’ın rızasını esas kabul ederek yaptıkları ameli salihin takdirini Allah’ın engin rahmetine bırakır. Yaptıklarıyla kendini kişisel gelişim sürecinde nereye taşımış ona bakar. Çünkü insanlığın ve kendisinin kemali buradadır.
Celalettin Sipahioğlu