
RAMAZANIN DUDAKLARINDA KAN VAR
Fevzi CEYLAN
Gecenin bir yarısı rızayı ilahi için, uykulu gözlerle uyandığımda farklı bir güne başladığını tüm bedenim hisseder. Sahur vakti. Gecenin sessizliği, evin, binanın sessizliği, içimi mistik bir hisle doldurur. Bu gece diğer gecelerden farklıdır. Mutfakta hoş bir telaş. Sahur için yiyecekler hazırlanıyor. Oruç tutacaklar tek tek uyandırılıyor. Sahurla yeni tanışan çocuklar, şefkatlice uyandırılıyor. Binaların ışıkları tek tek yanıyor. Fırına pidelere giden insanların susam kokulu ayak sesleri…
Besmele ile başlanan yemeklerde, müslümanın boğazı düğüm düğüm. Yürekleri buruk. Gözleri kaygılı. Şükür ki huzur içinde bir ülkenin sessiz ve huzurlu bir gecesinde sahura kalkmışız. Sofralarımız kurulmuş, ramazana kavuşmuşuz. Ne var ki bu huzuru ruhumuza çekemiyoruz. Mısırda yaşanan vahşet ve adaletsizlik tat verdirmiyor gecemize. Filistin’in kapıları ilk günden kapatılmış. Suriye’de, Irak’ta Çin’de, Afganistan’da daha sayamayacağım birçok yerde ramazanın dudaklarında kan var, ölüm var.
Yürekleri taş kesilmiş insanlar, iktidar benim elimde bulunsun iştahıyla, önüne ne gelirse ezip geçme niyetinde. İnsanlık denilen o hayal, göz bebekleri sönmüş çocukların, feryat içindeki kadınların ahını duymaz hale gelmiş.
Ramazan başlıyor. Allah kullarının merhamet hislerini daha bir inceltiyor bu ayda. Daha bir mütevazileşiyoruz, daha bir insanlık elbisesinden giyiniyoruz bu ayda.
Ramazan paketleri marketlere dökülüyor. Açlık ruhumuza işledikçe, yeni dünyanın kapısı aralanıyor, rutinleşmiş hayatımızda. Kimsesizleri, aç ve perişan bir ömrü şükrederek geçirenlerin dünyası.
Ne yeni bir elbise, ne yeni bir ev, ne yeni bir araba, ne yeni bir gelecek. En basit bir ihtiyacı karşılamadan geçen mevsimler. Çocuğuna, bir avuç kiraz yediremeden, bir dilim karpuz ısırtamadan, bir külah dondurma yediremeden ya da canını çektiği bir şeyi şimdi alamamalıyız diyerek erteleyen bir babanın yorgun bakışları…
Gecenin boşluğunda, sabah ezanının notalarına teslim ediyorum kendimi. Allahuekber! Allahuekber!
Ezan alıp götürüyor beni Şam’a. Bilal Habeş’inin salaş mezarına. İki basamak iniyorum aşağıya. Allahuekber, Allahuekber nidası göğsüne taş koyanların taş yüreklerini delip geçiyor.
Ramazan, bir balon gibi şişen kibrimize bir iğne sokuyor sanki. Pat küçülüveriyor, yok oluyor kibrimiz. Zenginim, büyüğüm, kocamanım duyguları buharlaşıyor sanki o anda. Öfkelenemiyoruz. Bir ses “ben oruçluyum de” diyor. Kaşımızı kimseye çatamıyoruz.
İftar vakti yaklaşırken, bedenlerimizde bir durgunlaşma, bir arınma hissediyorum. Yediklerimiz nasılda bizi perişan edermiş. Nasıl da insanlığımızdan edermiş. Yedikçe azgınlaşıyor, yemedikçe insanlaştığımızı görüyorum. Ya bir de haram yesek sanırım, insan denen varlık başkalaşım geçirir.
Ezan okunmasına çok zaman kalmadı. Arabalarımıza atladık. Korna sesleri, yol ver naraları yakışır mı oruçluya. Atışmalar, tartışmalar… Olmaz… İçimizdeki sesi duyalım, ben oruçluyum, ben oruçluyum…
Yorgun, halsiz, susuz oturduk sofralarımıza. Kulağımız akşam ezanında. Hoparlörden bir çıt sesi. Akşam ezanlarının ruhuma işlediği en müstesna anlardan birisidir, ramazan ezanları.
Allahuekber! Allahuekber!