Türk Dil Kurumu’nun 2025 yılının en çok konuşulan kavramı olarak seçtiği “dijital vicdan”, sadece bir kelime değil; teknolojinin insan ruhuna açtığı en derin çelişkilerin adıdır. Yaklaşık 300 bin kişinin tercihiyle resmiyet kazanan bu ifade, sosyal medyada bir paylaşım, bir kalp emojisi, bir “dua ediyorum” yorumuyla vicdanımızı nasıl ucuz yoldan rahatlattığımızı acımasızca yüzümüze vuruyor.
Peki bu kadar kolay mı vicdan temizlemek? Maalesef evet. Ve işte tam burada, teknolojinin en sinsi tuzağı devreye giriyor.
Dijital Vicdanın Psikolojik Kökeni: Ahlaki Lisanslama Tuzağı
Psikoloji literatüründe moral licensing (ahlaki lisanslama) denen bir mekanizma var. Küçük bir “iyi” davranış, beynimize “Zaten duyarlı biriyim” mesajı veriyor. Sonuç? Gerçek sorumluluktan kaçınmak için mükemmel bir bahane doğuyor. Araştırmalar net: Sosyal medyada bir kampanyaya “katılmak”, sonraki gerçek bağış ihtimalini %20-30 oranında düşürüyor. Neden? Çünkü dopamin devreye giriyor. Beyin “ödül” alıyor: “Bak, ben bir şey yaptım!”
Evrimsel olarak anlamlıydı belki; atalarımız küçük jestlerle hayatta kalıyordu. Ama bugün, hiper-bağlantılı dünyada bu mekanizma vicdanı pasifize ediyor. Bir Gazze fotoğrafına kalp bırakıyoruz, Doğu Türkistan haberine “utanç verici” diyoruz, deprem bölgesine “geçmiş olsun” yazıyoruz… Sonra ekran kararıyor, kahve makinesi çalışıyor, hayat devam ediyor. Vicdan? İki tık öteye itilmiş, bildirim sesiyle susturulmuş halde.
Eylemsiz Merhamet ve Empati Yorgunluğu
Dijital vicdanın en tehlikeli sonucu: eylemsiz merhamet. Sonsuz kaydırma döngüsü, sürekli acı bombardımanıyla empatiyi yoruyor. Psikologlar buna compassion fatigue diyor. Kortizol yükseliyor, oksitosin azalıyor. Kalp emojisi atıyorsunuz ama ertesi gün aynı acıları görmezden geliyorsunuz. Neden? Çünkü beyin, “tekrarlanan tehlike”yi artık tehdit olarak algılamıyor. Bu, bireysel değil kolektif bir sorun. Dijital psikosfer, hepimizi aynı pasif döngüye hapsediyor.
2025’te hâlâ savaşlar, mülteci tekneleri, iklim felaketleri konuşulurken en çok oyu “dijital vicdan”ın alması tesadüf değil. Toplum olarak en çok kendi acizliğimizi, kendi ikiyüzlülüğümüzü konuşuyoruz. Ama bunu yüksek sesle itiraf etmek yerine, bir kavrama indirgiyoruz.
Sanal İkiyüzlülük: Virtue Signaling ve Sosyal Onay Tuzağı
Virtue signaling (erdem sinyali) tam da bu çağın hastalığı. Paylaşım yapıyoruz çünkü beğeni istiyoruz, çünkü “duyarlı” görünmek sosyal sermaye getiriyor. Gerçek değişim için değil. Psikolojik çalışmalar çok açık: Gözlemlenebilir sanal eylemler, sonraki prososyal davranışları ciddi oranda azaltıyor. Anonimlik eklenince iş daha da vahimleşiyor. Gerçek hayatta söyleyemeyeceğiniz sertlikleri tıkla rahatlatıyorsunuz. Dopamin orucu yapmayan beyinler ise dikkat dağınıklığı, anksiyete ve dijital tükenmişlik bataklığına saplanıyor.
Toplumsal Zararlar: Pasif Toplum Mimarisi
Dijital vicdan bireyle sınırlı kalmıyor; toplumu eylemsizleştiriyor. Gerçek değişim zahmetli: bağış yapmak, gönüllü olmak, protestoya katılmak… Tık ise bedava. Slacktivism farkındalık yaratıyor gibi görünüyor ama somut etkiyi sıfırlıyor. Uzun vadede ne oluyor? Empati eksikliği, yalnızlık epidemisi, sosyal beceri kaybı. Yapay zekâ “psikolog” olurken gerçek bağlar kopuyor.
Çıkış Yolu: Gerçek Vicdana Dönüş Zamanı
TDK’nın bu seçimi bir ayna. Ekranın arkasındaki küçük kalp, gerçek kalbi ne kadar daha kandırabilir? Beğeniler silindiğinde, story’ler arşivlendiğinde geriye ne kalacak?
Bana kalırsa cevap basit:
- Bildirimleri kapatın.
- Dopamin orucu yapın.
- Zahmetli olanı seçin: Gerçekten bir şey yapın.
Teknoloji bir araçtır; ne kadar akıllı olursa olsun vicdanı kodlayamaz. Vicdan, hâlâ insanın en derin, en zahmetli, en insani yanıdır.
Siz bugün kaç vicdan rahatlattınız? Gerçekten mi? Yoksa sadece bir tıkla mı?
Düşünmeye, eyleme ve en önemlisi kendimize karşı dürüst olmaya devam edelim. Çünkü dijital çağda en değerli lüks, gerçek vicdandır.