Hayat hızlandı. Asıl mesele bu değil.
Asıl mesele şu: Hızlanırken insanın içi de hızlandı. Duygu dediğimiz şey, artık günün fon müziği değil; günün kendisi.
Bir tarafta “duygusal esneklik” var:
Duygunun içinde boğulmadan, onu bastırmadan, “mış gibi” yapmadan idare edebilme kapasitesi.
Diğer tarafta “duygusal yapay zekâ” var:
Duyguyu ölçmeye, sınıflandırmaya, tahmin etmeye çalışan sistemler. Ses tonunu dinliyor, metnini tartıyor, yüzünü okuyor. “Üzgünsün” diyor. “Gerginsin” diyor. “Motive değilsin” diyor.
Cümle basit: Bu ikisi aynı anda doğru olabilir mi?
Evet, olabilir. Ama çoğu zaman olmuyor.
Çünkü duygusal esneklik, insanın öznesi olduğu bir beceri.
Duygusal yapay zekâ ise çoğu senaryoda insanı nesneye çevirme riski taşır: ölçülen, işlenen, yönlendirilen bir veriye.
Duygusal Esneklik: “İyi Olmak” Değil, “Dağılmadan Kalmak”
Duygusal esneklik, gülümsemek değildir.
Duygusal esneklik, “iyiyim” demek hiç değildir.
Duygusal esneklik şudur:
“Şu an zorlanıyorum” deyip, yine de kendi ekseninde kalabilmek.
Duyguyu bastırmazsın. Çünkü bastırınca kaybolmaz; sadece başka yerden çıkar.
Duyguya teslim olmazsın. Çünkü teslim olunca da karar verme hakkını devretmiş olursun.
Duyguyu tanırsın. Çünkü tanımadığın şey seni yönetir.
Esneklik bir “pozitiflik” projesi değil; bir dayanıklılık meselesi.
Bazen de bir zarafet meselesi: Aynı fırtınada savrulmadan yürüyebilmek.
Duygusal Yapay Zekâ: Duyguyu Anlamak mı, Duyguyu Etiketlemek mi?
Duyguyu tahmin eden sistemlerin temel iddiası şu:
“Senin ne hissettiğini anlarım, ona göre davranırım.”
Ama burada kritik bir ayrım var:
Duyguyu tespit etmek başka, duyguyu anlamak başka.
Anlamak dediğin şey bağlam ister.
Bağlam dediğin şey ilişki ister.
İlişki dediğin şey tarih ister.
Bir algoritmanın elindeki veri ise çoğu zaman şudur:
Kelime seçimi + hız + ton + yüz kası + emoji.
Buradan “kesin mutsuz” çıkarmak, çoğu zaman fazla iddialı bir cümledir.
Çünkü insanın duygusu tek bir sinyale sığmaz.
İnsan bazen üzgünken şaka yapar.
Bazen sinirliyken susar.
Bazen iyiyken bile “kötüyüm” der; çünkü konuşmak istemez.
Duygusal yapay zekânın riski şurada büyür:
Sistem “anladım” der, ama aslında “tahmin ettim” demek istiyordur.
Ve tahmin, özellikle duyguda, pahalı bir yanılgıdır.
Asıl Gerilim: Destek mi, Manipülasyon mu?
Duyguyu okumak teknik olarak mümkün hale geldikçe, niyet daha önemli hale geliyor.
Aynı teknolojiyle iki ayrı dünya kurarsın:
Destekleyen dünya:
“Son mesajlarında yorgunluk sinyali var. İstersen ara ver.”
Yönlendiren dünya:
“Yorgunsun. Tam da şimdi bunu satın al. Tam da şimdi şuna tıkla.”
Birinci senaryoda teknoloji, insanın yükünü azaltır.
İkincisinde teknoloji, insanın zayıf anını fırsata çevirir.
Burada mesele teknoloji değil; tasarım ahlakı.
Duygusal Esneklik, Duygusal Yapay Zekâya Karşı Kalkan mı?
Evet. Hatta daha net söyleyeyim:
Duygusal esneklik, yakın geleceğin “dijital okuryazarlığı” olabilir.
Çünkü yarın sadece bilgiyle değil, hislerle de hedefleneceğiz.
Öfke tıklatır. Korku ikna eder. Umut sattırır.
Bunu insanlar zaten yapıyordu. Şimdi otomasyona bağlanıyor.
O yüzden duygusal esneklik, bir kişisel gelişim süsü değil; bir özgürlük pratiği.
Kendine şu soruyu sormayı öğrendiğin an güçlenirsin:
“Şu an hissettiğim duygu, bana ne yaptırmak istiyor?”
Duygu cevap verir.
Sen de “tamam” dersin, ama direksiyonu bırakmazsın.
Son Söz: Duygu Veri Değil, Yön
Duygusal yapay zekâ duyguyu ölçebilir.
Ama duygu ölçülmek için var olmaz.
Duygu bir pusula gibidir: “Burada bir şey var” der.
O “şey” bazen ihtiyaçtır, bazen sınırdır, bazen de değer.
Duygusal esneklik, pusulayı kırmadan yürümektir.
Duygusal yapay zekâ ise pusulayı kopyalamaya çalışan bir haritadır.
Harita işe yarar.
Ama yol, hâlâ insanın içinden geçer.