Belirli bir siyasi düzen, belirli bir varlık ve evren tasavvurundan geçer. Tarihte karşımıza çıkan düzenler ve sosyal düzen tasavvurları insan-insan ya da insan-tabiat ilişkisinden değil insanın aşkın (maddi varlığı aşan, ilahi bir güç) bir ilkeyle olan irtibatından kaynaklanır. Sosyal düzen insanın varlık düzeniyle ahenkli olması halidir. İnsanları mutlu eden siyasi ve toplumsal bir düzen kurmak için insanoğlunun evren ile barış ve ahenk içinde olması gerekir. Buna göre toplumsal düzenin meşruiyet kaynağı kendi dışında aşkın bir ilkede aranmalıdır. Modern siyasi ve toplumsal düzenler meşruiyetini kendine atfeder. Gerçekliğin hakikatini kendi oluşturur. İnanç ve değer ilkelerini kendi yaratır. Bu da din gibi hareket etmesine sebep olur. Daha tehlikelisi, insanı kendisine tapan bir solipsizm (tek bencilik, gerçek olan sadece benim) anlayışına götürür.
Bu solipsizmin aksine klasik gelenek, büyük varlık dairesini esas alır, varlıkların hakikatini ve anlamını, bilen öznenin (insanın) ötesinde aşkın bir ilkeyle temellendirir. Eflatun, Kanunlar adlı eserinde Protogras’ın ‘’insan her şeyin ölçüsüdür’’ fikrine karşı çıkar ve insanın kendi başına bir ölçü olamayacağını söyler. Adaletin dağıtım aracı olarak siyaseti anlamlı kılan ilke, siyasetin dışında ve üstünde olmalıdır.
Farabi, Erdemli Şehir Ahalisinin Görüşlerinin Temelleri adlı eserinde adalet, hak, güvenlik, inanç ve ahlak gibi değerlerin insanın hayatını anlamlı kıldığını söyler. Bu değerlerin aynı zamanda siyasi ve toplumsal hayatında temeli olduğunu belirtir. Eserine şu önermeyle başlar; ‘’Erdemli şehirleri erdemli filozoflar oluştururlar, erdemli filozoflar şehir (medine) kelimesini şöyle açıklarlar: erdemli görüşler üzerine ittifak etmiş ve belirli bir mekanda yaşayan insan topluluğu.’’ (Farabi, Medinetü’l Fazıla, s.52.) Farabi’ye göre bir toplumun erdemli olabilmesi için öncelikle adalet, inanç, ahlak gibi değerler üzerinde ittifak etmesi gerekir. Erdemli şehri oluşturan toplumun birbirine kenetlenmesini sağlayan tutkal’ı yukarıda saydığımız değerleridir. Bugün insanlık her geçen gün ahlaki değerlerden daha fazla uzaklaşmakta ve daha fazla uçuruma yuvarlanmaktadır. Bireysel olarak ahlaklı olmamız doğası gereği mümkün değildir çünkü ahlaklı insan başkasının ahlaklı olması için de gayret gösteren insandır. Kapitalizmin toplumu fesat eden en önemli gücü herkesin kendi çıkarını düşünmesini sağlamaktan geçiyor. Diyebilirim ki dini anlatan imamlar, din kültürü öğretmenleri, din görevlileri, imam hatip öğretmenlerinin çoğunluğu ilmi açıdan yeterli donanımları olmamakla birlikte çocukların inancı sağlamlaşmış sağlamlaşmamış, imanı, vatan sevgisi, kuvvetlenmiş kuvvetlenmemiş en ufak bir kaygıları yok. Böyle bir dertleri de yok. Çünkü onlarda bireyselleşme ve kendi çıkarını düşünme furyasından nasibini aldılar.
İbn-i Arabi’nin formüle ettiği ‘’kesrette vahdet’’ felsefesi, erdemli toplumun hem manevi hem de siyasi-toplumsal açıdan tabiat alemiyle ahenk içerisinde olduğunu teyit eder. Alemdeki her varlık, her yönüyle bir olan yaratıcısına işaret eder. Kesrette vahdet ilkesine göre tabiattaki birlik toplumsal düzende de olursa insanlar, gerçek mutluluğa ve huzura ulaşır.
İslam geleneği ile batı geleneği arasındaki en önemli farklardan biri varlığa bakış açısıdır. Batı, varlığa kartezyen düşünce ile bakar. Yani varlığı parçalar, hepsinin analitiğini yapar, orada bırakır. Varlığın bir hedefe matuf olduğunu, bir amacı olduğunu kabul etmez. Her analiz eylemi ancak senteze dönüşürse bir anlam kazanır. ( Analiz genel olarak, bir fikir ya da önemli bir bütünün parçalarına veya bileşenlerine bölünme işlemi olarak tanımlanır. Kısaca dikkatli bir çalışma için küçük parçalara bölmek. Sentez ise tersine, ayrı eleman veya bileşenleri uyumlu bir bütün oluşturmak üzere bir araya getirme işlemi olarak tanımlanır.) İslam geleneğinde varlık, yaratıcısı tarafından kendine verilen görevi şartsız şurtsuz kabul eder.
Kesrette kaybolup vahdeti unutmak, insan kendini tanımlarken bir uzvunu işaret etmesi gibi bir şeydir. İnsanın gözü, kulağı, burnu, kalbi, organları kurucu unsurlarıdır. Fakat insan dediğimiz varlık bu uzuvlardan veya toplamından çok daha fazla bir şeydir.
Evrenin yahut âlemin bir bütün olarak kavranması da aynı ilkeye dayanır. Yunancada âlemin karşılığı olarak kullanılan kozmo kelimesinin kök manası "her şeyin ihata edildiği bütündür. Zira içinde birlik ve bütünlük olmayan şeye düzen sahibi bir dün-ya adını vermek mümkün değildir. Yunan düşünürleri evrenin bu anlamını vurgulamak için oikoumene kelimesini de kullanırlar. "İskân edilen bütün dünya" anlamına gelen bu kelime, bir bütün olarak kavranan dünyanın insan için geçici bir ev, diyar ve yurt olduğunu ifade eder. İslam düşünce geleneğinde de bu bütünlük fikri derinlemesine işlenmiştir. Kur'an'ın sıkça kullandığı küllü şeyin ("her şey") ve cemî'an ("hepsi, tamamı, bütünü") ifadeleri, yaradılış âleminin zati bir bütünlüğe sahip olduğunu işaret eder. İnsanın Allah'ın yeryüzündeki halifesi olarak yaratılmasını anlatan Bakara suresinin 29-33'üncü ayetleri bu bütünlük fikrini şöyle ortaya koy maktadır: "Yeryüzünde ne varsa tamamını sizin için yaratan, sonra göğe yönelerek onları yedi gök olarak tamamlayıp düzene koyan O'dur ve O, her şeyi hakkıyla bilmektedir." Evrendeki düzen, Allah'ın varlığı bir bütün ve birbiriyle irtibatlı olarak yaratmasın dan kaynaklanır. Ancak bu birlik ve bütünlüğü dikkate alan insan evrendeki bütün varlıklar için adaleti tesis edebilir ve Allah'ın halifesi olabilir. Varlığa, evrene ve insana yönelik olarak bu birlik ve bütünlük perspektifini kaybeden insanın, kozmik düzenle ahenk ve uyum içinde olması mümkün değildir.
Farabi'ye göre siyasi düzen modelleri üzerinde konuşmadan önce erdemli toplumu var eden değer ve ilkelerin ne olduğunu tespit etmek ve bunların ne tür bir metafizik temele dayandığını ortaya koymak gerekir. Siyaset felsefesi bu metafizik ilkelere bigane kalamaz. Aksi hâlde kendisini mutlak bir referans ve meşruiyet kaynağı haline getirir ve temel bir kategori hatası yapar. Bu yüzden Farabi, Erdemli Şehir'de demokrasi, oligarşi, monarşi gibi siyasi yö-netim biçimlerini tartışmadan önce erdemli toplumun mensupla-rının temel metafizik ve felsefi ilkelerini mufassal bir şekilde anlatır. Metafizik, kozmoloji, ontoloji, epistemoloji, psikoloji ve ah-laka ilişkin konu başlıklarını "ilahi, tabii ve iradi" olmak üzere üç kategoride ele alır. Burada "ilahi", İlk Sebep olan Tanrı'ya; "tabii", İlahi Varlık'la yaradılış âlemi arasında köprü olan meleklere ve diğer ruhani varlıklara; ve son olarak "iradi", insanın hür iradesiyle yapıp ettiklerine atıfta bulunur. Bunlar sırasıyla metafizik-teolo-ji, tabiat felsefesi-kozmoloji ve insan-ahlak-siyaset alanlarına te-kabül eder. Bu üç alanı bir araya getirmek suretiyle Farabi, Allah-Tabiat-İnsan arasındaki bütünlüğe de işaret eder. Bu üç varlık mertebesi arasında tutarlı ilişki kurabilen şehirler, erdemli toplum idealine en yakın olan siyasi-toplumsal birimlerdir.