Eğer İslam’ı bireysel yaşamak mümkün olsaydı bunu en başta Fahr-i Kainat (Varlıkların iftihar kaynağı), Alemlere Rahmet, Sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa yapardı. Kendisine vahiy gelir gelmez etrafını İslam’a davet etmiştir. İlk inen surelerden Müddessir Suresinde Cenab-ı Hak ‘’Ey örtüsüne bürünen, kalk ve uyar’’ buyurmuştur. Yani Peygamberimiz, Yüce Allah’tan gelen emirlerden dolayı İslam’ı bireysel ve vicdanında yaşaması mümkün değildi. Bazen buna benzer cümleler kurduğumuzda ama o peygamber, biz nasıl onun gibi olalım ya da onun gibi yapalım diye itirazlar oluyor. Bu tip itirazlar öğrenme ve sorgulama amaçlıysa eyvallah, ancak başka bir sebebi varsa şeytanca ve kurnazca bir itiraz. Yüce Allah Ahzab Sûresi 21.Ayeti Kerimede ‘’ Allah Rasûlü'nde sizin için; Allah'a ve âhirete kavuşmayı uman ve Allah'ı çok çok zikreden kimseler için her bakımdan uyulması gereken mükemmel bir örnek vardır’’ buyurmaktadır.
Tabii ki peygamberin makamına çıkmamız mümkün değil ancak yukarıdaki ayette belirttiği üzere onu model alabiliriz ve almalıyız da. Örnek almamız ve hayatlarından dersler çıkarmamız gereken bütün peygamberler, kendilerine iman edenlerin sayısı bir elin parmağını geçmese de dinlerini sadece vicdanlarında yaşamamışlardır. Kendilerine iman edenlerin sayısı az ya da çok olsun, ordusu ve devleti olsun olmasın, çağının en büyük ve kudretli zalim hükümdarlarını tir tir titretmesini bilmişlerdir.
Sevgili Peygamberimiz bazıları tarafından gizli davet dönemi diye adlandırılan ilk üç senede bile akrabalarını, yakınlarını İslam’a davet etmiştir. Söylemleri gayet netti, neyi ve kimleri hedef aldığı belliydi. Mekke aristokratları bölgede zulüm düzeni kurmuşlardı. Her kabileye putlar atamışlar, en çok ibadet ettiklerini Kabe’ye yerleştirip belirli günlerde buraların ziyaret etmesini sağlamışlardır. Bu ziyaretler sırasında da panayırlar düzenleyerek büyük bir pazar oluşturmuşlar ve kasalarını sürekli doldurmuşlardır. Mekke’nin ileri gelenleri, peygambere iman edenlerin sayısı artmaya başlayınca kendisiyle defalarca konuşmuşlar bu söylemlerinden vazgeçmesini istemişlerdir. ‘’Muhammed, mantıklı ol biraz, tek bir tanrıya inanırsak servetlerimiz erir, elimizde ne var ne yok kaybederiz, gel bu söylemlerinden vazgeç, kadın istiyorsan en güzel kızlarımızı verelim, taht istiyorsan seni kral yapalım, zenginlik istiyorsan seni servete boğalım, yeter ki vazgeç şu sözlerinden.’’
Peygamberimiz de cevaben ‘’ Güneş'i sağ elime, Ay'ı da sol elime verseler, ben yine bu dinden, bu tebliğden vazgeçmem. Ya Allah, bu dini hâkim kılar, yahut ben bu uğurda canımı veririm." demiştir. Peygamberimiz kelle koltukta mücadelesinden vazgeçmemiştir.
Bir keresinde Mekkeli Müşrikler orta yol bulup peygamberimizi kandırmaya çalıştılar. İbnu Merdeviye ve İbnu Ebi Hatim`in Abdullah bin Abbas (r.a.)`tan rivayet ettiklerine göre başlarında Umeyye bin Halef ve Ebu Cehil olmak üzere Kureyş müşriklerinden bazı kimseler Resulullah (a.s.)`a gelerek: "Ey Muhammed! Gel sen bizim ilâhlarımıza el sür biz de senin dinine girelim" dediler. Resulullah (a.s.) onların Müslüman olmalarını çok istiyordu. Bu teklifleri karşısında onlara biraz yumuşak davrandı. Bunun üzerine İsra suresi 73-74- ve 75. Ayetler indirildi.
‘’ Onlar, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı uydurman için az kalsın seni ondan şaşırtacaklardı. (Eğer böyle yapabilselerdi) işte o zaman seni dost edinirlerdi. Eğer biz sana sebat vermiş olmasaydık, az kalsın onlara biraz meyledecektin. İşte o zaman sana, hayatın da, ölümün de katmerli acılarını tattırırdık. Sonra bize karşı kendine hiçbir yardımcı bulamazdın.’’
Yüce Allah’ın peygamberden istediği duruşun netliğine bakar mısınız! Yüce Allah sevgili peygamberine ‘’Eğer onları dost edinseydin hem bu dünyada hem ahirette sana çok büyük acılar tattırırdık’’ diyor. Bizim böyle net bir duruşa ihtiyacımız var. Çok acı ama Bugün Müslüman devletlerin yönetimlerinin çoğu İsrail’i dost edinmiş durumda. Müslümanların da çoğu batılı hayatı benimsemiş, onların uydusu olmuş durumda. Bizim onları dost bile edinmememiz gerekirken onları taklit ediyor, onlara imreniyor, onlar gibi olmak istiyoruz. Güçlü olmamız birlik olmaktan, birlik olmak için akıllı olmalı, akıllı olmak için imanlı olmalı, imanlı olmak için de ahlaklı olmalıyız.
Hz. İbrahim’e iman edenlerin sayısı çok az olduğu halde dünyanın gelmiş geçmiş en psikopat ve zalim hükümdarına karşı tek başına mücadele etmiş, Nemrut’un uykularını kaçırmıştı. Hakkı söylediğinizde ve bunu söylerken kelleyi koltuğa aldığınızda despotlar düzenlerinin yıkılacağından çok korkarlar. Çünkü sayılarının artacağından endişe ederler. Ayrıca vicdanlarının üzeri tam olarak kapanmamış azımsanmayacak sayıda insanın harekete geçmesinden de çok korkarlar.
Peygamberler; ölsün, öldürülsün ya da eziyet görsün fark etmez hakkın peşine düşmüşler, insanlığı köleleştiren sistemlere karşı mücadele etmişler ve adil, hakkaniyetli sistemler geliştirmişlerdir. Kuran-ı Kerim örnek almamız ve üzerinde yoğunlaşıp dersler çıkarmamız için bize peygamberlerin hayatlarından örnekler vererek bizimde aynı yolu takip etmemizi, yeryüzünü kana bulayanları, insanlığı ifsad edenleri, köleleştirenleri tespit edip onlarla mücadele etmemizi ve alternatif sistemler geliştirmemizi istemektedir.
İşte yaşadığımız bu çağda da yapmamız gereken bu sistemi vahiy ışığında üretmeye çalışmaktır. Sadece eleştirmek yetmez, Müslümanların düştüğü zavallı durumdan kurtulması, kendisini sömürgeleştiren Batılı ülkelere karşı mücadele azmi içine girmesi, gençleri bu bilinçle yetiştirecek eğitim sistemi üretmesi gerekir. Bugün o kadar acıklı bir durumumuz var ki bir avuç İsraillinin, Filistin’de ve Gazze’de çoluk çocuk demeden yaptığı katliamlara engel olamıyoruz. Haberlerde katliamları seyretmekten utanıyorum artık. Tarihte İslam ülkelerinin güçlü olduğu dönemlerde dünyanın hiçbir yerinde Müslümanlara değil katliam yapmak kılına bile zarar verilemiyordu (İstisnalar kaideyi bozmaz).
Peki, madem İslam bireysel yaşanamaz o zaman nasıl yaşanır?
Bireyselliğin tersi nedir?
Tarihte yaşamış Müslümanların bu konudaki tecrübeleri nelerdir?