Mehmet AYMAN

Ümmet olma şuuru hakkında

Mehmet AYMAN

Tarihsel tecrübelerimiz bizlere fazlasıyla anlatmaktadır ki İnsanlık birlik beraberlik içinde yaşayıp güçlü olmak yerine parçalanma, toplu olarak yaşayıp güçlenmek yerine hizip ve partilere ayrılarak zayıflama eğilimindedirler. (Ayrılık fikri ilk olarak Hz Âdemin iki çocuğu Habil ve Kabil arasında baş göstermiştir). Basit gündelik çıkarlar, etnik, ırkî vs.. sebepler yüzünden bölünmek, mezhep, tarikat vs gibi gruplaşmaları rahmet yerine zahmete çevirmek te yine acınası bir gerçekliktir. Ve biz bütün bunları hem kitaplardan okuduk hem de çağımızda çokça tanık olduk.

Hz Âdem (a,s) ın ilk insan ve ilk peygamber olduğunu söylemiştik. Hz Âdem ve eşi Hz. Havva’dan sonra insanlık nüfus olarak çoğalmış ve yeryüzünün çeşitli bölgelerine yerleşerek maişetlerini temin için yaşamlarını devam ettirmişlerdir. Hz. Âdem’den sonra da, son peygamber Hz. Muhammed’e kadar geçen uzunca bir tarihi süreçte, Yüce Allah, insanlara hak yoldan saptıklarında doğru yolu göstermesi, bölünüp, parçalandıklarında veya dağıldıklarında toplanması gibi birçok sebeple onlar için hidayet rehberleri olan peygamberler ve kitaplar göndermiştir. Her peygamber yabancılardan (a’cemi) değil bizatihi kendi kavmi içerisinden ve o kavmin konuştuğu dili konuşanlardan seçilmiştir.. Allah tarafından seçilen peygamberlere, toplumun bir kısmı inanmış ve ona destek olmuşken, bir kısmı da inanmayarak onun karşısında yer almıştır. 

Tarih boyunca insanlık gerek tabiat şartlarının ve gerekse hayatın getirdiği bir takım zorluklarla mücadele etmek zorunda kalmıştır. Tüm bu zorluklar karşısında birey olarak zayıf ve aciz bir varlık olduğunu anladığından dolayıdır ki fıtratı gereği birlik ve beraberlik içinde yaşayacağı sosyolojik/ toplumsal dayanışma grupları içinde bulunmaları ihtiyacını hissetmiştir. Sonuçta aile kurumunun ne kadar önemli olduğunu anlamıştır. 

Aile toplumun en küçük dayanışma ve yardımlaşma kurumudur denilebilir. Daha sonra da yine kan bağına dayalı olan birlikler, soy, kabile veya aşiret/klan birlikleri dikkatimizi çeker. Bu anlamda en büyük topluluklar ırk birliklerine dayalı millet birlikleridir. Kendi ırkının diğer ırklara kan asaleti gibi bir takım izahı zor sebeplerle üstün olma fikrini savunma düşüncesi üzerine de Milliyetçilik fikri tesis edilmiştir. Dolayısıyla kendi milletinin çıkar ve menfaatlerini diğer tüm milletlerin menfaatlerine üstün tutma çabası her millette en azından/mikro milliyetçilik düzeyinde de olsa vardır. Fransız devriminden sonra da siyasi ve ideolojik bir forma bürünerek dünyaya pazarlanmıştır.

Irkçılık ve milliyetçilik düşüncesi de sadece kendi hâkimiyet alanı yani ırkdaşları arasında göreceli bir dayanışma ve birliktelik sağlamıştır. Göreceli diyorum çünkü harici başka etkenler bu dayanışma türünü kolayca ortadan kaldırabilmektedir. Örneğin bir çok Türk devleti ve Vatandaşı Doğu Türkistan’da yaşayan ırkdaşlarına Çin’in uyguladığı etnik soykırım ve asimilasyon zulmüne karşı hiç ses çıkarmadan günlük rutinlerine devam ederek hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam etmektedirler. Hakeza aynı durum Arapların Gazze’de katil ve vahşi İsrail tarafından uygulanan katliam ve soykırıma sessiz kalmaları da böyledir.

Fakat etnik köken dayanışması alanı dışına çıkıldığında yani dana global çerçeveden bakıldığında ırkçılık ayrılık ve savaş sebebi olarak kullanılmaya çok müsait bir araç/enstrüman olarak kullanılmış ve evrensellik iddiasında bile bulunamamıştır. Çünkü böyle bir iddia zaten teorik olarak ta mümkün değildir. Tarih boyunca Türk Kürt, Türk Arap, Arap Acem/İran vs.. mücadeleleri bunun en büyük göstergesidir. Bu savaşlar Avrupa; Amerika, Asya, Afrika kıtalarında da başka etnik gruplar arasında hep olmuş ve halen devam etmektedir.

Bu tür sosyolojik grupları bir arada tutan maddi ve güçlü bir otorite yoktur. Kabile reisleri, aşiret ağaları, boy beyleri gibi birçok nispeten büyük yerel otoriteler vardır. Ama bunlar da tüm kabileler arasında uzun süreli birlikler tesis edememişlerdir. Tarihteki birçok kardeş savaşı bu otorite üstünlük düşüncesi sebebiyle çıkmıştır. Bu ve benzeri ayrıştırıcı unsurlar, İslam ümmetini, emperyalist güçler karşısında zayıflatmakta, olması gereken ümmet birliğini ortadan kaldırmaktadır.

Bu sıkıntılardan kurtulmanın yolu, Müslümanların birbirlerine karşı sevgiyle, hoşgörü ile yaklaşmaları ve kardeş oldukları bilinciyle hareket etmeleridir. Ayrıştırıcı bir dil yerine, birleştirici bir üslupla hareket etmeleri gerekmektedir.

Etnik ve kan bağına dayalı birliklerden başka bir de manevi alanda oluşturulan din ve inanç birlikleri vardır. Bu da nihai anlamda yani mezhep ve tarikat vs birliklerini de şemsiyesi altında barındıran Ümmet birliğidir. Bu birliğin yapı taşları iki milyara yakın Müslümanı birbirine bağlayan en kuvvetli harç ta ümmet olma şuuru ve bilincidir.

Bu alan öncekine nazaran daha şümullü ve kuşatıcı bir kardeşlik birliği tesis etmeyi önerir. Düşünün bir kere tüm ırkların aynı inanç sancağı altında bilinçli olarak bir araya geldiğini. İki milyara yakın Müslümanın/İslam ümmetinin Allahlın emirleri doğrultusunda yeryüzünü tahrif değil imar ettiğini. Fesada boğmak yerine ıslah ettiğini bir tasavvur edin lütfen. O zaman nasıl bir dünyada yaşıyor olurduk.

Yazarın Diğer Yazıları