
Sistemzede Tanpınar
Mehtap Karakaya YÖRÜK
Tanpınar denince bir saate, bir de etrafıma bakarım. Bu düşünceli ve manidar bakışların sonunu nereye bağlayacağımı bildiğim halde, mantığım ve duygularım arasındaki o eşikte Huzur’un İhsan’ı gibi bir süre duraksamak, Tanpınar ızdırabından bir parça gibi gelir. Tahammülü zor bir durumdur bu. Buna en fazla 4-5 dakika dayanır, hemen mantığıma sığınırım. Zihnim Tanpınar sinyalleri verirken mantığım kapıya “sistem”i dayar. Hani o kimsenin hoşnut olmadığı halde boyun eğdikleri sistemi. Hani o kendine başkaldıranları öteki yapan sistemi!
Açıkça ifade etmeliyim ki, Tanpınar bir sistemzededir “Bu Ülke”de… O, ne doğulu, ne batılı, ne sağcı, ne solcu idi. Ancak çok acıdır; sağcılara göre solcu, solculara göre sağcı, batılı düşünenlere göre doğulu, doğulu düşünenlere göre batılı idi. İroni üstadına ne kadar da ironik bir bakış!.
Öyle bir sistem ki; ötekileştirmeden, kutuplaştırmadan yaşayamayan insan grupları üretir. Korkunç bir çoğunluk, mağdur bir azınlık. Üst düşünmenin, objektif bakışın, bilim, sanat ve edebiyatın katili bir sistem. “–cı, -ci, -cu, -cü” eklerinin bu denli yerleşip kökleştiği bir toplumda Tanpınar’ı anlamak ve anlatmak ne kadar da zor! Kalıplardan sıyrılıp, nesnel bakmayı/düşünmeyi öğrenmedikçe, güneşin hayalini kurup mum ışığıyla yetinirsiniz. Evvela ideolojik kalıplardan sıyrılarak bakmayı öğretmeli; söz konusu sanatsa, edebiyatsa, bilimse… Bu şuuru aşılamadan Tanpınar’ın anlaşılmasını beklemek, fallik dönemindeki bir çocuğa doktora tezi hazırlatmak gibi bir şey olmaz mı? Arabanın beyni motorudur. Olası bir arızada yola mı bakılır, motora mı? Araba ağır ağır ilerlemek zorunda kalıyorsa bu yolun değil, önce motorun suçudur. Hakikat şu ki: Aydınlatmak için aydınlanmak gerekir! Zihinlere giydirilen deli gömleklerinden bir an için sıyrılıp, bakmak… Bu topluma bunu empoze etmek… Aydınlanmanın yegane ilacı!
Anlatım bozukluğu yapmadan o kadar uzun ve güzel cümle kurabilen çok da yazar yok. Her cümlesi üzerine saatlerce konuşabileceğimiz Tanpınar’a, kullandığı dilden mütevellid “anlaşılmıyor!” yaftası yapıştıranların ellerinde Kafka’nın eserlerini görünce içim sızlıyor. Kafka okuyor oluşlarından değil tabii ki! Kafka eserlerini Türkçe yazmamıştı. Tanpınar Türkçe yazıyordu. Anlamı bilinmeyen bir kelimeye ulaşmak çok da zor olmasa gerek; hele ki bu çağda! İmkan var, sözlük var ama okumamak için bahanemiz çok!
“Oyunlarla Yaşayanlar”, “Gerçeği buldu mu susarlar!” Bu aydınlanmanın ve aydınlatmanın önüne serilmiş en “Tehlikeli Oyunlar”dan biridir. Oysa Tanpınar bir gerçektir. Arayıp da bulanların susacağına inanmıyorum. Çünkü şahidim; “19. ASIR TÜRK EDEBİYATI TARİHİ” adlı eserindeki “AHMET MİTHAT EFENDİ” bölümünde geçen “deniz sathı” tabirine herkesin tebessüm ettiğine, “SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ” denince o tebessümün tüm yüzlerde alaycı bir havaya bürünüşüne, “NE İÇİNDEYİM ZAMANIN” diye başlarken içten çekilen o “ahh!” ünlemine, “HUZUR”dan konuşurken o huzursuzluğu hissedişlerine şahidim. İhsan da oldular, Mümtaz da, Halit Ayarcı da oldular, Hayri İrdal da…
Anlatmak için anlamak lazım. Doğru anlamak için de doğru anlatmak lazım. Tanpınar deryası işte o zaman dünyayı saracak. Belki yavaş yavaş ama doğru biçimde ve sindire sindire…
Saatin sesi ne zaman duyulur? Herkes sustuğunda yahut gece vakti uykunun gözlerle buluştuğunda… Tanpınar, herkes sustuğu vakit duyulan o saatin sesi gibidir. Bu yüzden zaman, saat, rüya, eşik denince Tanpınar gelir akla. Bu yüzden Tanpınar kendini hep eşikte görmüştür. Susuşunuz; kalıplarınız ve önyargılarınız, duyduğunuz; aydınlığın sesi!
“Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim.
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim”
“Huzur”: Eşikte kalmış zaman avcılarının rüyası… Fonda bir “Mahur Beste”… “Alışılmış kıyılardan” yavaş yavaş aydınlanan/aydınlatan Tanpınar’a saygı ve özlemle…
(Tanpınar’ın 23 Haziran 1901’de doğumunun 115. yıldönümü anısına…)