Murat SERİM

Kayseri'nin KUYUMCUKENT İhtiyacı

Murat SERİM


Kayseri’nin kuyumcularından Osman Bezircioğlu ile kuyumculuk üzerine söyleşimize devam ediyoruz.

Sosyal medya hesaplarınız var mı? Kullanıyor musunuz?

‘’Sosyal medyayı kullanıyoruz. Gönül bilezik diye sosyal medyada var. Buradan teklifler de geliyor, siparişler de geliyor.’’

Sosyal medyada sizi arayanlar nasıl bulabilir?

‘’Sosyal medyada gönül kuyumculuk diye bulabilirler. İnstagram’da var, Facebook’ta var. Burda hatta bu bileziklerimizin yapılış şekillerini gösteriyoruz. Bazen erime şeklini gösteriyoruz. Ürünlerimizi sergiliyoruz. Ordan takip edebilirler.’’

İstanbul Kuyumcukent’ten bahsettik. Daha önce de sizinle sohbet ettiğimizde Kazancılar Çarşısı’nın sorunlarını konuşmuştuk. Kayserimize bir Kuyumcukent yapılabilir mi? Nereye yapılabilir? Nasıl olur? Bu konuda düşünceleriniz nedir? 

‘’Sırf Kayseri için değil, Türkiye’de yapılmaz diye bir şey yok, yapılır. Yeter ki insanlar elini taşın altın koysun. Yer olarak her yer olabilir.’’

İhtiyaç var değil mi?

‘’İhtiyaç var. Bakın her sektörü topladılar, kuyumcuları toplayamadılar. Ayakkabıcıları topladılar, halıcıları topladılar, demircileri topladılar, galericileri topladılar…’’

Bir çağrı olsun o zaman belediyeye ve kuyumcular odasına.

‘’Her sektörü topladılar bakın, toplanmayan sektör bir biz kaldık. Kuyumcu sektörüne gelince hiçbir şey olmadı. Bugün düğün iş merkezi diye bir yer kursanız a katında gelinlikçi, b katında damatlık, sırf damatlık elbise satacak, başka bir şey yok takım elbise falan, bir katında sarrafiye komple, bir katında da kuyumcu atölyelerini… Can ve mal güvenliği açısından bulunmaz bir nimet. Biraz evvel dedik ya ekmeğini yiyoruz. Allah kader etmeye. Rabbim kimsenin başına vermesin. Toplu olsun dememizin sebebi o. Şurda a firmasının yanına silahlı birisi girse silahı doğrultsa maazallah ver dese bir kolda bugün yarım kilo altın var. Yarım kilo altın dediğiniz 500 bin lira. Bugün bir bankanın şubesine gidin, 500 bin lira parayı bulamazsınız. Bankaya telefon açıyorsun, diyorsun ki: Ya ben para çekeceğim 500 bin lira. Adam sana parayı hazırlıyor. Sarrafın bir kolunda yarım kilo altın var. Maazallah. Biz kan ekmeği yiyoruz. Can ve mal güvenliği açısından bulunmaz bir nimet. Ben bunu bir ara Adnan Bey’le paylaşmıştım.’’

Çalışma yapıldı sanırım bir ara.

‘’Bir ara düşündük, yapalım dedik, ondan sonra işte o arada seçimler oldu. Ben biraz kendime küstüm. Ben senelerdir yönetimde kaldım. Yönetimi bıraktım ama idealimdi. İdeallerimden birisi buydu. Kuyumcukent gibi bir yerde hepimizi toplamak.’’

Burdan bu çağrıyı yapalım, vesile olur inşallah. 

‘’Ha tamam dışarlarda olsun arkadaşlarımız, ille de silah zoruyla bu arkadaşımızın hepsi buraya gelsin demiyorum. Bugün merkezi sistemden bunu dağıtalım. Bugün bir adam küçük altın alacak, Fevzi Çakmak’ta oturuyor, Sivas Caddesi’nde oturuyor, bilmem bir yerde oturuyor, çarşıya geliyor. Bugün belediyeye bir otopark sıkıntımız var diyor. Adam bir küçük altın almak için çarşıya gelirse müsaade edin de otopark sıkıntımız olsun.’’

Yani çarşıda sadece kuyumcu veya sarraflar da yok. 

‘’Bugün akşam 9’da çarşıya girmeye ürperirsiniz, korkarsınız. Meydana 50 metre.’’

Geliyorum, hakikaten öyle, kimse yok. 

‘’Kayseri’nin göbeği olan bir merkezde sabahleyin Kayseri’nin canlı borsası. Ama akşam can ve mal güvenliğiniz yok. Geçerken korkuyorsunuz. Neden? Ben bunu biliyorum. Yazın burda mesaiye kaldığım dönemler oluyor. Kimse yok. Üç dört tane sarhoş geçiyor 12’den sonra bağıra bağıra.’’

12’ye de kalmıyor daha da erken belki de. 

‘’Bağırmaya başlarla 11 buçuk 12’de üç dört dene sarhoş kepenklere tekmelerini vuruyor, ben de burdan höt diyemiyorum, korkuyorum.’’

Ne yapabilirsiniz ki? Korkusuz insana karşı korkmak en güzeli.

‘’Bugün Kayseri’nin en kıymetli yeri diyorsunuz değil mi? Cumhuriyet Meydanı 50 metre ya.’’

Santimetresi değerli.

‘’Akşam gelinde bakın bakıyım.’’

Söyleşimize birkaç anınızla son verelim. Sizden anı alalım. 

‘’Anımı da şöyle anlatayım. Hani güven dedik ya hep güvene gelelim şimdi. Cep telefonlarının olmadığı dönemler. Ben İstanbul’dayım. Ustamla ortağım olan Hasan Ekinci Kayseri’de, ben İstanbul’da dükkânın malzemelerini alacağım. Eskiden kendi altunumuzu ihtiyacımızı İstanbul’a bağladığımızda Kayseri’nin altunu Kayseri’ye yetmiyor. Geliyor, gidiyor şu anda da, eskiden bu yetmezdi. İstanbul’dan getirirsiniz kendi eriteceğiniz altununuzu. A, b firmalarına satarsınız, parayı biriktirirsiniz. Parayla birlikte İstanbul’a gidersiniz, İstanbul’dan o altını alır, gelirsiniz. Yine böyle bir seferinde İstanbul’a gittim. Gittiğinizde de dükkanla irtibatınızı kesmezsiniz. Günde en az 3-4 sefer telefonlaşırsınız veya gittiğinizde benim orda Ahmet’ti onun adı. Mesut Pişirici vardı İstanbul’un en zenginlerinden birisiydi. Borsa da bunları mahvetti. Tonluktu, o zamanlar 1,5-2 ton altunu vardı. Adam zekata düşer duruma geldi. Borsa mahvetti. Ticarette kumar olmaz. Sarrafsan sarraflığını yapacaksın. Ek iş olmaz.’’

Bir koltukta iki karpuz taşınmaz.

‘’Bakkal dükkanı dahi olmaz sarraftan. Sarraf mısın arkadaş? Sarrafım işte sarraf mütahitlik yapıyor. Batar abi. Bu sene batmasa 10 sene sonra batar. Benim ekibe, oğluma ve çantaya çıkan arkadaşlara vesiyetimdir de uygulayın. Mal pazarlamaya gittiğinizde adamla konuşurken eğer ki adam benim şurda şunum var, diyor mu o adamla bakiyeli çalışmayın.’’

Çok güzel ifade ettiniz. Bütün ticaretle uğraşan insanlar için geçerli aslında bu söylediğiniz.

‘’Özellikle sarraf kesimi çünkü servetimiz, sermayemiz altundur, para değil. Güvendiğin kişi. Burdaki incelik bu değil. Altundur. Şimdi diyelim ki bakkal dükkanındaki ortağı telefon açtı. Abi toptancı geldi ya, zeytinyağın tenekesi 100 lira ama adam diyor ki: Peşin para 100 teneke alırsan 70 liraya vereceğem, diyor. Kafadan 30 lira var. Param yok, diyor. Sarraf burdan oraya para gönderecek, vitrinden altın alıyor, 100 gram altın alıyor, eski hesap bakkala gönderiyor. Bakkal yağ alıyor sana o para geldiğinde 100 gramın yerine 80 gram altın koyuyorsun. Sarrafın o yüzden yüzü ekşi olmaz. Neyse.’’

Anınıza devam edelim. 

‘’Biz İstanbul’a gittik. Efendim iş için bazı günler sabah gider akşam dönerdik. Otobüsle gidiyoruz. İstanbul Çemberlitaş Lale Sokak no: 35-37 amcamın evi, benim adresim de orası. Ev, Sultan Ahmet Kız Yetiştirme Yurdunun arkası. Ben otobüsten sabahın köründe inerim. Önce amcamın evine giderim, orda da rahmetli amcam yengem de bilirler. Telefon açarlar hatta kimseye gitme bizde kal diye. Kahvaltımı yaparım. Hemen çarşıya giderim, paketlerimi dağıtırım işte paraları getirdik ya. Paralarını veririm bilmem bir şey niyse, amcamgile giderim, bir iki saat yatarım, akşam da Kayseri’ye dönerim veya iki üç gün kalırım. Böyle iki üç gün kaldığım dönemde bir gün çarşıdan bir abimiz telefon açıyor sipariş vermek için. Ben çıkmayınca telefona, nirde Hafız diyor? Hafız İstanbul’da. Ne zaman gelecek? Akşama gelecek. Bir dene beni arasın diyor. Ben dükkanı aradım neyse uzatmayalım. Dedi ki: ‘Bir dene daha abini arayacağan.’ dedi. La etme abi ya, dedim. Niye dedin öyle şimdi ya. Başıma bir şey saracak o, dedim. Neyse aradık. Buyur abi beni istemişsin. Ne zaman geliyon Hafız? Akşam dokuz arabasıynan geleceğim abi, dedim. Ali Hoca’ya git de, dedi, 8 parçam var, dedi. 8 parça dediği 8 kilo altın. Peki abi dedik neyse Ali Hoca’nın oraya vardık. Selamün aleyküm, vealeyküm selam. Hocam abim telefon açtı mı? Açtı. Ee ben Hafız. Ver aa kimliğini, kimliğimizi verdik, fotokopisi çekildi hemen orda. 8 kilo altını da verdiler elime.’’

Bugünün 8 milyon lirası. 

‘’Evet, verdiler abi, biz çıktık, akşam bütün işlerimizi çarşıda tamamladık. Efendim Deniz diye bir oranın çalışan bir arkadaş var. Çarşıya çıkışım da ben elimde bir şeyle çıkmam. Kapalı Çarşı’da işlemleri, Kuyumcukent yok o zamanlar. Atölyeler falan her şey Kapalı Çarşı’nın içinde. Her şey orda. Mesut’u Pişirci’nin oraya gelir veyahutta Mehmet Onbaşı’nın orda hepsi toplanır. a, b, c firmalarından, işte darphaneden gelecekler, öbür atölyelerden gelecekler, her şeyler bir yerde toplanır. Onun yanındaki çalışan elemanı Deniz var. O Deniz çantan büyükse bir dene, iki çantayı alır. O önde ben onun arkasında Kapalı Çarşı’dan çıkılır. Eminönü’ne inilir valiliğin önünden, Valiliğin önünden.’’

Hâlâ orda sen devralmıyorsun.

‘’Devralmazsın, o yok. Ordan Eminönü’e inersin. Eminönü’nden araba vapuruyla karşıya geçersin, karşıdan Harem’den otobüse binersin. Otobüste alırsın. Bazen olur ki paket büyükse sen terminalin öbür tarafta gezersin, o senin tersin hattına gider. İşte kimle gideceğen? İpek’le gideceğen. Koltuk numaranı ver. O, İpek’in otobüsüne biner, sen ondan 3-4 dakka sonra binen, senin oraya kor. O, arka kapıdan iner.’’ 

Takip olmasın diye.

‘’Bilinmesin, olmasın diye. Bu arada da bütün ihtiyaçlarını giderirsin. O zaman otobüste sigara içmek serbestti. Sigaranı alırsın işte bisküğütünü, şununu, bununu. Çaylar firmadan. Neyse o gün nasıl olduysa herhalde biraz rahatsızlandığımızdı. Biz çıktık abi Bolu’da mola yerine geldik, mola verdik. Af buyur sıkıştım da, sigaram da kâfi derecede var ama oranın çay servisi de yapıldı. Çaylar dağıtıldı. 20 dakika molanın 5-10 dakkası geçti. Lavabo tam durduğumuz peronun tam karşısında. 3-5 basamak aşağı iniyorsun. Hemen sol tarafta lavabo var, sağda market var. Şimdi hesap yapıyorum. Otobüsün kalkmasına daha 10 dakka var. Git, gel, bir dene sigara al, bir dene de Eti Burçak al, arabaya bin. Tamam mı, tamam. Otobüsün içine baktık, tamam. Tın, indik, çıktık, sigaramı aldım, otobüse atladım, geldim benim koltukta bir teyze oturuyor. Öndekiynen de konuşuyor. Kadının paçasının arasına bakacağak, otobüsün içi karanlık, göremiyorsun. Kadın dedi ki: Ni o yavrum? dedi. Hacı anne benim yerime oturmuşsun herhalde dedim. Yok, kuzum bura benim, dedi. Ben hiç kalkmadım ki burdan, dedi. Ya halacım, yanlışlık var, falan. Acaba ben yanlış mı bindim. Hemen otobüsten indim, baktım İpek Turizm. Bakıyorum başka var mı? Yok. Tekrar otobüse bindim. Ya benim miydi, senin miydi, bilmem bir şiyler. Tekrar aşağı indim. Aşağıda kimi konuşuyor, sigara içiyorlar. Ben telaşla otobüs biletimi çıkarttım. 17 numara, tekrar çıktım, çantayı görsem rahatlıycam. Yine heftiklemiycem. Çantayı da göremiyom. Kadına çek ayağını da diyemiyon.’’

Bu arada korkmaya başladınız tabi. 

‘’Tabi, terlemeye de başladık. Emanet var burda şimdi. 8 kilo emanet var, Senin olsa ha neyse. Şimdi buraya getireceksin. Oğlan mı sattı? Bilmem bir şiyler. Neyse burası senin değel Hacı anne. Ordan adamın biri dedi ki: Arkadaş, sen bizim otobüste yoğodun ki, dedi. Sen nireye gidiyon? Sen nirden geliyon? dedi. Ben İstanbul’dan Kayseri’ye gidiyom, dedim. Kardeşim biz Kayseri’den İstanbul’a gidiyok, dedi. Sen otobüsü karıştırmışsın, dedi. ‘Ne diyon?’ dedim. He gadasını Gayseri’den geliyoh, daha İstanbul’a gelmedik ki biz, dedi. Abi otobüsün içinde ben bir eridim.’’

Altın da yok ortalıkta.

‘’Aşağı indim ortalıkta otobüs yok. Bir dene çocuk var hiç unutmam. Ya bizim otobüs gittiyse de nasıl olsa bizi burdan alırlar. Biriynen giderik, dedi. Sen öyle diyon gittiyse diyon amma senin bir şeyin yok, benim içinde milyonlar, trilyonlar var. Baktım ki şu ilerde benzinlik var. Orda arabada ipek yazıyor. Vın ona yekindik, vardık. Kapıyı nasıl açtımsam benzin pompası dışarı çıktı. Abi nediyon? Başlarım lan abine de sana da. Baktık, yavru orda duruyor. Bir dene şöyle hafif elimnen kaldırdım ya, kurşun gibi ağır. İyi Yarabbi şükür dedim. Gayrı unutamadığım anılardan birisi oldu.’’
Rabbim sevdiği kuluna eşeğini kaybettirir, sonra buldururmuş. Sizinki de onun gibi olmuş.

11. bölümün sonu

Yazarın Diğer Yazıları